Kayıtlar

Şubat, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MUTLU İNSANLARIN HİKAYESİ OLMAZ

Kadın frengi hastası, sekiz çocuğu var. Bu çocukların üçü sağır, ikisi kör, biri de zeka engelli. Kadın hamile ve doğan çocuk Beethoven. Sarhoş baba, hasta anne ve yatılı okullarda geçen yalnız bir çocukluk, bitmeyen depresyon ve sara hastalığı ile mücadele eden bir dahi; Dostoyevski. Altı çocuktan ilki o, iki erkek kardeşi bebekken, üç kız kardeşi de nazi zulmünde ölüyor.Babası baskıcı, geçimsiz. O ise hep yalnız; Onun adı Franz Kafka. 11 yaşında babasını kaybediyor, dedesi sert bir kişilik. Onu evden gönderiyor. Yoksul bir aile ve 11 yaşında tershanede başlayan çıraklık. Onun adı Maksim Gorki. Babasından sürekli kemerle dayak yiyen bir çocuk... Çoğu geceler soğuk sokaklarda yatıyor. Cildi hasta, karaciğerinden muzdarip ; Onun adı Charles Bukowski. 13 yaşında annesi ölüyor. Okula gidemiyor. Hayatı boyunca ruhsal hastalığının tekrarlayan ataklarından muzdarip bir kitap kurdu; Onun adı Virginia Woolf. Babası borçları yüzünden hapishaneye düşünce çalışarak borçları ödemek ve ailes
Nazım Hikmet meşhur mektuplarından birinde karısı Piraye'ye şöyle seslendi; ''Seni nasıl seviyorum biliyor musun ? Ot yağmuru nasıl severse, ayna ışığı nasıl severse,balık suyu ve insan ekmeği nasıl severse,sarhoşun şarabı,şarabın billur kadehi sevdiği gibi,annenin çocukları, çocukların anneleri sevdikleri gibi, Lenin'in inkılabı ve inkılabın Marx'ı sevdiği kadar...'' Yine o çiğ damlası güzelliğinde mektupların birinde; ''Çıkarsam ve sana kavuşursam,bu öyle dayanılmaz bir saadet olacak ki, gebereceğim diye korkuyorum...'' Oysa böyle olmadı. Yıllarca süren esaret zincirini , acıları kırıp kavuştular. Sonra bir sel oldu, belki kuvvetli bir lodos, ayrıldılar. Adını kol kayışına tırnağı ile kazıdığı Piraye ile Nazım 17 sene aynı aşk ile mektuplaşırlar. Çoşkun hasretin mektuplarda yol bulduğu koskaca 17 sene. Aşkın bahçesine yağmur sonrası saçılan tohumlar gibi yayılmış 518 mektup... Ayrılırlar ve Nazım önce dayısının kızı Münevver'e dah
 SAMSUN'A USUL USUL MÜZEYYEN YAĞIYOR. Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu. Yağmurun ufak ufak sahile damlalar serpmeye başlaması ile kendimi sokağa attım. Yağmurlu gecelerde Müzeyyeni aramak adetim olmuştu. Yağmur damlasının topraktan çıkardığı kokuda bulmayı umut ediyordum onu. Şehir sessiz, çay kokusu yok. Gökyüzünde korkunç bir yalnızlık var. Uçurtma izleri silinmiş, ay karanlık. Yağmurun bana Müzeyyen'i hatırlatmaya başladığında her zaman olduğum yerde , pencereme çökmüş gecenin içindeydim. Yaşamın tenime giydirdiği yorgunluk içinde hafif titreyerek sahilde ilerledim. Yağmur bile yağmak konusunda kararsız, kirpiklerime düşen yağmur damlaları arasından onu arıyorum. Gamzesi aklımda, saçları kıvırcık, beli ince. Saçı beline uzanmak için çabalasa da yetersiz kalıyor. Saçı ile beli arasındaki mesafede kayboluyorum. Parmaklarımı tarak olarak emrine verip sabaha kadar saçlarını taramak fikrini şimdilik yağmurun altında bıraktım. Peki neden yağmur yağdığında aklıma düşüyor,
        SANAT GÜNEŞİ VE TAÇSIZ KRAL Zeki Müren'in Maksim'de sahneye çıktığı zamanlar,kapılar kapanır,servis kesilir, garsonlar çekilir. Kimsenin çıtı çıkmaz. Zeki Müren'in huyudur, bir çıt çıktımı sahneyi bırakır. Sanat güneşi bu yüksek saygıyı haketmekle beraber bu konuda oldukça katıdır. Zeki Müren tam şarkıya başlamış devam edecek, bir an kapı açılır.  İçeriye Galatasaray'ın efsanesi, Taçsız Kral Metin Oktay ve futbolcu arkadaşları girer. Gazinocular Kralı olarak bilinen ve o dönem Türkiye'nin en meşhur eğlence mekanı olan Maksim Gazinosunu işleten Fahrettin Arslan ellerini başının arasına alır ve '' eyvah '' der. Sebebi Zeki Müren'in bu konudaki net duruşunu bilmesi ve sahneyi bırakıp gitmesinden korkmasıdır. İzleyiciler Zeki Müren ne tepki verecek diye merak ederken elindeki mikrofonu bırakan Sanat Güneşi, herkes sahneden inmesini beklerken ''Kral geldi. Kral yerine otursun, programa ondan sonra başlayacağım'' der.