Kayıtlar

Temmuz, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
İnsanlık hep olması gereken yerin farklı olduğuna inandırdı kendini. Kimse o anki yaşamını üstlenemedi. Hep olması gereken yeri başka mecralara sabitleyip hoşnutsuz tavırlarla hayata somurttu. Fakir asıl yerini lüks araçların şoför koltuğunda görürken rüyalarında, zengin onun hayalindeki lüksün şatafatından sıkılıp bir dağ başı hayal etti. Dağ başındaki çoban ise şehirdeki fabrikada maaşlı bir iş, Ahmet abinin çilli oğlu ise devlet kapısında sigorta primli mesai. Kader dediğimiz, yaşamımızın hareket devinimini kuran sistemler bütünü, tanrısal senaryo veya alın yazısı hep dillerde ''kahpe'' sıfatı ile anıldı. Sinema filmleri köyde sevdiği kız ile arasına giren para adlı düşmana karşı büyük şehre giden binlerce gencin telef oluşunu beyaz perdeye yansıttı. Hikaye klasik, kurulmaya çalışan paradoks ise hep yanlıştı.  Yeşilçam sinemasının en parlak dönemini oluşturan bu eserlerde konu realist, karakterler romantik, mekanlar ise realistti. Plan ilk başlarda akla yatkı

KARANLIĞIN İNCE DOKTORİNİ

Kapkara karalama defterinde , beyaz kalan son satırları siyah hayallerle dolduruyorum. "Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz"sözünün inceliğini kirpiğini akışında inceliyorum. Rivayet odur ki  sözün aslı ''Ane gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmazdır.'' Ane Bağdat yakınlarında şehri çevreleyen bir uçurumdur. Uçurumun derinliği ile zamanının ilm ve kültür merkezi Bağdat'ın güzelliğini eş düşümsel terazide bir tutan bu söz , her güzelliğin yakınında onu daha çok istememizi tetikleyecek bir zorluk olduğunu anlatır. Güzele koşan her yolda zorluklara komşu olmayı.  Güzelin kapısına yatanın düşman ile düzeyli bir ilişkiye yelken açışını anlatır. ''Bir başka şiir açığa vurur bu derin anlamı, şeffaf kılar, dile verir; '' Öyle kolay değil gül koklamak, gül tutan ele diken batmalı ! Bir aşka gönül veren, o aşkın kapısında yatmalı'' Uçurumlar aşarak sana gelirken geçtiğim tabelasız yollarda belediye rögar kapaklarını açık bırakıp ölü