KARANLIĞIN İNCE DOKTORİNİ


Kapkara karalama defterinde , beyaz kalan son satırları siyah hayallerle dolduruyorum.
"Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz"sözünün inceliğini kirpiğini akışında inceliyorum.
Rivayet odur ki  sözün aslı ''Ane gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmazdır.'' Ane Bağdat yakınlarında şehri çevreleyen bir uçurumdur. Uçurumun derinliği ile zamanının ilm ve kültür merkezi Bağdat'ın güzelliğini eş düşümsel terazide bir tutan bu söz , her güzelliğin yakınında onu daha çok istememizi tetikleyecek bir zorluk olduğunu anlatır. Güzele koşan her yolda zorluklara komşu olmayı.  Güzelin kapısına yatanın düşman ile düzeyli bir ilişkiye yelken açışını anlatır.
''Bir başka şiir açığa vurur bu derin anlamı, şeffaf kılar, dile verir;
''Öyle kolay değil gül koklamak, gül tutan ele diken batmalı ! Bir aşka gönül veren, o aşkın kapısında yatmalı''
Uçurumlar aşarak sana gelirken geçtiğim tabelasız yollarda belediye rögar kapaklarını açık bırakıp ölümüme boş senetler imzalıyor ve en kötüsü görünürde gözlerin yok. Görünmeyende bir çift göz arıyorum. Ve tüm sokakların karanlığında bir tek musikî eseri anlatıyor seni bana.
"Papatya gibisin beyaz ve ince "
Musikî şinaslığını senin sesinde bulan bu adam, bir mısraya sığmayan kederleri bir papatya falına bırakıyor. Beyaz ve ince...
Tarçın gibi kokardı parmakları , ve ben tütün kokan sakallarımı onun avucuna dökmüştüm. Saçları bazen düz , çoğunlukla kıvırcık ve güzel rüyalara mahsus bir kısalıktaydı. Ve ben alfabemizin altı güzide harfinin gülüşünü senin isminde gördüm.
Gökteki her cisim bir yörüngeye bağlıdır. Sistemli bir şekilde hareket eder ve asla yörünge dışına çıkmaz. Tıpkı insanlar gibi.
Hayatın onlara sunduğu izdüşümü haritasının doğrusuna yaşamak adını veren insanlar..
Ben yaşamayı senin beni yörüngemden kaçırdığın bir kaç saatte gördüm. Vücud yüzölçümümün %90'ını senin kapladığın bir gece yarısı saati , saçlarının arasındaki elimin parmaklarında uyuşan kılcal damarlar adını sayıklıyor , hayat seninle izlenecekler listesine aldığım filmlerin reklam arası tadında yavaş geçiyordu. Ve ben seninleyken bile bir daha seninle olacağım anın aritmetik ortalamasını hesaplamaya çalışıyordum.
Asla Türk Dil Kurumu Dergisinde çıkmasa da , aşık olduğum kelimeler var benim. Ya da aşık olmak eğleminin dipnotuna yazdığım kelimeler.. ''Şûrîde'' kelimesi zihnime Farsça'nın hediyesidir. Yanık, yanmış olan,tutuşmuş,perişan anlamları sözlüklere işlenirken, tutkun , aşık,meftun için kullanıldığı benzetmeler kalemimi aşındırır.
İnsan paylaşabildiği kadar çoğalır dünyada. Kendisi olmayı bırakmadan başkalarının oluruna yardımcı olduğunda, daha çok kendini bulur. Paylaşmak insan doğasını en çok zorlayan, bir yandan da en çok yücelten eylemdir. Ben paylaşmayı seninle öğrendim. Kendimden vermeyi, kendimi vermeyi sende öğrendim. ''Eğer dünya benim bahçem olsaydı,bütün yer yüzüne senin sevdiğin çiçekleri ekerdim.''
İnsanlar gerçeği görememe hastalığına aşı bulmaya çalışadursun, ben senden başka nesneleri önemsememe hastalığından muzdaribim. Hayat yok sayma kanununu ağır ceza hukuğuna eklerken, ben her şeyi var sayıp, kendimi fosilleştirme fiiline meyilliyim.
Bentüm insanlığın inkar etme huyuyla mücadele ederken, sen yanımda olup papatyaları sevdiğimi bilmelisin.Ben sana Sartre'ın varoluşçuluk macerasını anlatırken , sen Dadaloğlu'nun davasını kalbinde güdebilmelisin. Ben yolarda kaybolurken, sen beni bir Oğuz Atay kitabının ayracına hapsedebilmelisin.
Ben takımım maç kaybettiğinde çekilmez bir adam olurken, sen avuç içinle kalbimin ritmini rolantiye alabilmelisin.
Unutma ki bir gün herkesi aynı anda terkedeceksin; insanlar buna ölüm der. Her ölümde bir yaşamın izini sürebilmelisin.
Her insanın doğarken ağladığı şu dünyada , ölümün yüzüne kısık bir tebessüm vurabilmelisin. Kendi kendine konuşmanın delilik adledildiği dünyada, kendi kendine bağırabilmelisin. Yolun tabelasız kısmında gözlerinle ufku tararken, aradığın şeyi en uzakta bulabilmelisin.
Nietzche'den Kant'a o kadar felsefecinin kitabını okuduktan sonra ''beni benden alırsan, sen sana bırakmam'' lafının derinliğinde beni arayabilmelisin.
Ben gördüğüm kırmızı taşlı küpenin sana ne kadar yakışacağına akıl yorarken, Sen elinde Şeyh Galip'in Hüsn ü Aşk'ı ile odamda belirmelisin.
Tüm bunların denkleminde gecenin özeti sıralanıyor kara kaplı çizgimsi deftere;
''Bir ilizyon gibiydi gecenin şehre inişi, tahmin edilen ama açıklanamayan'' Ve sen şapkadan çıkan tavşan değil, Kafka'nın Dönüşüm kitabına inat bir estetikle beynime vuran elektron akımının trafosusun..
''Senfoni tadında çarpılmalar dileğiyle.'' Allah topraklamadan korusun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR