SUSMAK ŞAHSİYETLİ RUHLARIN İBADETİDİR


''Okumak yolunda olduğunuz bu hikaye, alışılmışın dışında bir kurgulamayla çevrilidir. Üç farklı zaman kalıbı ve anlatıcı bulunan kurmacası ve başı sonu belli olmayan yapısı ile bu metni okurken,Semra Kaynana'nın dilimize soktuğu ''Daldan Dala'' ikilemesinin tam duruma uygun bir sıfat olduğunu düşünmeniz kuvvetle muhtemeldir. Lütfen okurluğunuzun ayarları ile oynamadan, şizofreninin omuz attığı dağınıklık içindeki hikayemizle başa çıkmaya çalışınız. Kolay gelsin.''

Gecenin en soğuk durağında gelmemesi için dualar ettiği treni bekliyordu. Her hikayenin başlangıcı bir yolculuktur, kabul. Ama her başlangıç doğuşu gereği bir bitişe mahkumdur.  ''Başlamak; bitirmenin kendisinden iki dakika sonra doğan kardeşidir...''
İncecik bir deste parmağı titreyen ellerinin arasında tuttuğunda, dünya yılların yorgunluğunu geride bırakmaya başlamıştı. Bir sevinç yükleniyordu kültürel kodlarına medeniyetin. Dilinden dökemediği tüm sırları, elleriyle onun ince parmaklarına işliyordu. Çenesine dokunan bu yumuşak yüz ve yanağına çarpan sıcak nefes, Galatasaray- Fatih TERİM ikilisinden sonra gördüğü en etkili ikili olabilirdi. Avucunun içinde küçücük kalmış başparmağını tuttu, öptü. Bir nefes daha çekti ellerinden.  Beynindeki elektrotlar söylenemeyenlerin acısı ile uyandı. Susmak yirmi  birinci yüzyıl dünyasının en can yakıcı eylemidir. İnsan Dîl'inden dökemediği her şeyin kâzâsını gece uykularından feda ederek kılar.  Konuşmak için fizyolojik yeterliliğin eksik kaldığı anlarda, insan gözlerinin insâfına kalır. Görmek eyleminin fâ'il veznini temsil eden bu organ , bazen söylenmeze şiirler yazmak zorundadır...
''Son Üç Dakika...''
Duraktaki ışıklı tabelaya yansıyan bu yazı onun tükenmişlik sendromuna kaç kilometresi kaldığını söyler gibiydi. Bazı anların büyüsü ,zaman denen cadının kazanında çabucak bozulabilir. Hayatının en güzel beş dakikası , rayları dalgalandırarak gelen trenin düdüğüyle yerini, gereksiz bir ''arkadaşlık'' seromonisine bırakıyordu...
''Yolsuzluk''
Günümüz popüler anlamı marksizimin pençesine sıkışmış olsa da, biz  Orhan Baba'nın '' Dil Yarası'' şarkısındaki ''söylemenin yolsuzluğu'' üzerinde duracağız.  İnsanın gecenin en zifirî anında ; küfür ve duanın birbirine karışmasıyla gerçekleştirdiği ayîn, gündüzün nurunda söyleyemediklerinin sehiv secdesidir.
Bir küçük yüzün üstünde secdeye kapanan elleri, adından dualar çıkardığı kadının kokusuna bürünmüştü. Bir tutam saçın tüm antidepresanlardan daha etkin yumuşaklığı, ölümsüzlük teorisinin son halkasıydı. Hiç bir yapay sevincin önüne geçemeyeceği o an, dağanın sunduğu organik mutluluklarla kıyaslanarak tanımlanabilirdi. Bknz;
'' Anne sözü dinleyeyn masum bir çocuğun başı okşanırkenki tebessümü, cebindeki son parasını beş çocuklu bir adamın mahcubiyetine siper kılmak için kullanan babasına  Cahrlie Chaplin'in attığı hayranlık dolu bakış, demlikten doldurulan ilk bardak çayda bardağın üstüne toplanan çöpler, antartika kıtasında uzun bir avdan dönen ailesine paytak adımlarla koşan yavru penguenin gülüşü...''
Omzuna düşen iki tel saç, yeryüzündeki tüm dertleri boğan sicim olabilirdi. Saç tellerine bağlı hayatı bir çift gözün uyku mamurluğunda, acılardan malûlen emekli oluyordu. Ömrünün en huzurlu uykusuna, sevdiği kadının ayak dibindeki kuru halının üstünde dalıyordu...
''Uyku, Uyanış, Uyanık...''
Onun dudağından dökülen eskiye bağlı samimi hatıralar, dünyanın en ahengli şiirlerinden daha akıllarda kalıcıydı. Sevdiği kadının ayağına giydiği ayakkabıya  bile bir sanat eseri hassasiyeti ile bakıyor; zamanı durdurmaya çalışan tavrı ile fütürist sanatçılara kafa  tutuyordu.  Yüzündeki küçük ben, hüzündeki büyük Sen'i temsil ededursun, sol kanadındaki durdurulamaz akınlar kalesini abluka altına almıştı. İçinde yankılanan binlerce şiirin sezsizliğinde kapısına bıraktığı kadının; geceden kalma hatıralarını zihninde tekrar tekrar yaşadı. Buruk bir mutluluktu bu izlenim. ''İnsanın mâzideki güzel olaylarla bağını koparamama hastalığının'' pençesinde postmodernist sancılar çekerken, evinin salonundaki saç tellerini Saray-ı  Hatırât'ına eklemek için arkeolog titizliği ile toplamıştı. .
''Bir Nota Olmak İsterdim'' Dedi Kadın, hep senli şarkılar söylemeyi hayal ediyorum dedi adam...''
Bir şarkı olsaydı, kuvvetle muhtemel Müzeyyen SENAR'IN sesinde can bulurdu.  Onun yumuşak ruhu, seslerin en kadifesinde tınıya dönüşmeliydi.  Ya da uzun bir yola çıkmalıydı şarkılar söyleyerek; Sezen AKSU kulağında çınlamalıydı. ''Gidemem'' şarkısını dinlerken çıkmalıydı yolların en ''tek yönlüsüne.''
''Her yolun bana çıksın'' dedi adam; ''Sensiz yollara radar cezası olurum.'' dedi kadın. Onun gözlerinde binbir yetimin umudu saklıydı.
*
Kış uykusundan uyanmıştı zambak. Kimseye layık görmeyerek kullanıma kapattığı gönül sarayını onun yönetimine bırakmıştı. ''Sevmek; oy birliği ile kalbinde diktatörlük rejiminin kurulmasına izin vermekti''
Kadın, ince ve uzun elleri ile kurduğu tahtın ortasına sivrilen çenesini yerleştirdi. Yüzünün çevresine dualarla sarılan saçlarını toplamış, yanağından sarkan bir tutama müsade etmişti.Duymayı umursadığı şeyler vardı adamın dilinden ; beklemedeydi.
Gözlerine baktım, saçlarına ve ellerine; o an zaman dursa dünya daha güzel bir yer olacaktı; dünya daha güzel ben ise daha mutlu bir adam olacaktım. Ansızın güzelleşen gecede, ona ilk defa hiç bakmadığı kadar dönüşlü fiillerle bakmıştı. Umutlar sunuyordu hayata, ona bakarak kurduğu her hayal mutlu sonla bitiyordu. Polyanna'cılık doluyordu kalbine, onu aşkın son nakaratında tanıdığını ilk o gün farketti. Gözlerinden çekinen gönlü , Fuzuli'nin arşınladığı yollara kum tanesi gibi serilmişti. Hani diyordu ya şair ''Bende Mecnun'dan füzun aşıklık istidâdı var/ Aşık-ı sadık menem Mecnun'un ancak adı var.'' tam o anda Mecnun'la uzun uzun ''sevmek'' kavramının varlığında ortaya çıkan yokluk hakkında konuşabilirdi.
''Hadi anlat artık'' nidâsını yansıtan gözlerle baktı kadın, arkadaşının ağzından hiç bilmediği kendini dinlemek istiyordu.
'' Sana senden duymak istediğim sözlerin var, diyemem. Yolumuzun uzağa düşüşünden korkum var. İçimde yankılanan kelâmı edemem, yokluğunda yaşamaktan korku var.''
Şarkılara sığdıramadığım hislerimi her bestenin yalnızlığına dolamışım, çözülmüyor Mihriban..
Biz arabesk kültürün kederle yoğrulmuş nesliyiz. Susmak söylemdeki esasımızdır. Aslından konuşmaz, dolaylamaların en uzunuyla , başka düzlemlerden anlatılar sunarız. Bknz;
''Arabesk kültürde aşık hislerini fazla içinde tutamayıp lisan-ı münasip ve çeşitleyici örneklerle sevdiğine anlatır;''
İnsanı yaşatan ümitler gibi
Güneşi getiren saatler gibi
    Gerçeğe dönüşen vaatler gibi
       Geliver yanıma güldür yüzümü
***********
İçinde kurduğu tüm güzellemelerden sonra başını kaldıran adamın dilinden bir cümle döküldü;
''Eğer bu dünya benim bahçem olsaydı, dört tarafını kokunla çevirip; sen kokmayan hiç bir çiçeğe koklama duyumun imkanlarını sunmazdım...''
''Kadın sustu...''
Gecenin en aşık anında, göğsüne sarılmış kadına baktı ; güldü. ''Ne oldu?'' dercesine sustu kadın. Adam ilk defa tüm sınırlarını ve korkularını yıkarak o gecenin karanlığında konuştu...
''Gözlerin en çok bana bakarken güzel, ben ise senden başkasına bakarken görme bozukluğu çekmekteyim...''
Ve şimdinin sabahında,uğruna yalnızlığını feda edebileceği kadınla gözgöze, ayrı hayallerin arasına dalıyordu.
''Arafta kalmak kötüdür'' dedi akıl; ''Arafta kalacak kadar ona yaklaşabilmek de yetmez mi?'' dedi kalp...
Son uyku...
Adam sustu; susmak şahsiyetli ruhların ibadetidir.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR