TAM BİR KAYBEDEN İNSAN PORTRESİ












Elde yeterli umut bulunmadığı için taslaklara kaydettiği hayallerinin gölgesinde eski evinin tahta kapısını araladı. Yağmur sonrası insan telaşı kokan sokakta kediler volta atıyor, taşların arasında biriken yağmur damlaları durgun denizlerin sessizliğini taşıyordu. Ayakkabılarını bir çırpıda ayağına geçirip paçalarını üstüne yorgan misali örttü. En ufak bir rüzgarın geçişine mahal vermeyecek şekilde düzeltip doğruldu. Uzun boynunu geniş omuzlarına astığı paltosunun yakaları ile siperledi. Sabahın soğuğu aldığı her nefeste dışarı dumanlar veriyor; ayaz, ellerini derin ceplerine sokmaya mecbur bırakıyordu. Kısa bir bakışla sokağın genel hatlarını inceleyip yürümeye koyuldu. Bir kitap, birkaç kağıt parçası ve dergiyi kolunun altına tutturmuştu. Rüzgardan korunmak için hafif öne eğdiği kafasında bir şapka, onun altında ise bir çift yorgun göz vardı. Ne kadar saklamak istese de nafile; uykusuzluk çocuksu gözlerinde kendini ele veriyor, savunmayı imkansız kılıyordu.
Her gün geçtiği yolu ezbere adımladı.
Sokak dar ve uzun, binalar yüksek ve bitişik , Duygularının havasızlığından sebep bir rutubet içindeydi. Kaygılı ama umursamaz, 
yorgun ama dirençli, küskün ama samimi.

Tam bir kaybeden insan portresi.

Ayakları geriye sürükledikçe itti heyecanını, son düzlükten köşeye dönerken aldığı nefes sayısı dolar bazında yükseliyor, sakinliği borsada düşüşe geçiyordu.
Terzinin tabelası göründüğünde duraksadı; paltosunun yakalarını iyice kaldırıp şapkasının ucunu indirdi. Olabildiğince saklanma isteğiyle fark edilme duygusu savaşıyor, karamsarlık ağır basıyordu.
Onu görmek ile gözardı etmek arasındaki kar-zarar tablosu çözülemez bir hal almıştı. Görmek için uykularını feda ettiği her gecenin sabahında, görmenin içindeki kabuk bağlamış yaraya attığı çentik ruhunu kana buluyor, acısını sonsuz, derdini dermansız kılıyordu.

Soluyordu ona benzettiği her çiçek, her ölüm onu görememenin acısını hatırlatıyor, her kurşun eritiyordu dermanını. Şarkılar anlamsız bir acı, kitaplar baş tacı oluyor, kısa süreli terapilerle onu alıyordu bu girdaptan. Gökkuşağı renksiz, siyah-beyaz filmler fosforlu geliyordu gözüne, Mistik duygularda yürüyordu sokakları. Kulağında hep aynı aşk şarkıları, dualar, küfürler ve temenniler.

Biraz zaman geçsin her şeyi unutacaksın dedi akıl, biraz zaman geçsin her şey seni unutacak dedi kalp. Ve her tartışmanın başucunda kararsız kalan bir beden.

Her iyiyim dediğinde yutkunması on saniye sürüyor, boğazındaki yumruk git gide sertleşiyordu. Tüm bu gecelerin sonunda uykuya hasret bir çift göz kalıyordu geriye. Yorgun, kahverengi ve derin. İçinde boğulduğu derinlik gözlerine işlemiş, yutuyordu anlamsızca bütün kelimeleri.
Yürüdü, terzinin camının önüne gelirken bakmak için hafifçe zorladı gözlerini. Tam karşıda camın kenarında oturan can acısı ondan habersiz, o ise umutsuz geçerken sokaktan göz göze geldi acısıyla. Gülümseyerek selam veren sevdasına baktı. Sahte bir gülümseme yolladı tüm acısının siperine. Göz göze geldikleri an dünya bir dakikalığına güzelleşti;

''Sokaklar çiçeklendi, bulutlar dağıldı, enfilasyon düştü, borsa duruldu, asgari ücret iki katına çıktı, harç paraları kalktı, hafta sonu tatili beş güne çıktı, işsizlik azaldı, kansere çare bulundu, Çernobil patlamadı, Hiroşima bombalanmadı, Müslüm Gürses ölmedi, Hitler hiç yaşamadı...''

Ve daha nice kaygılar çıktı yaşamın akışından, onun gülüşünde kavgalar bitti. O hiç sevilmediği kadının gülüşünde yürüdü uykusunu kurban ettiği acısının   evlendiği adamla açtığı terzinin önünden.   Bir kere daha acısını bastırmayı öğrendiği bu sokakta, umutsuzluğa bir taş daha koydu. Yıkmak istediği duvara bir balyoz daha vururcasına yutkunup, derin gözlerinin karanlığında ilerledi yoluna. Onun üzerine giydirdiği kelimelere bir yenisini daha ekledi adam,;

Dildâr dedi. Birinin gönlünü çalmış sevgili.

Senfoni tadında yutkunmalar dileğiyle

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR