SAMSUN'A USUL USUL MÜZEYYEN YAĞIYOR.

Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu. Yağmurun ufak ufak sahile damlalar serpmeye başlaması ile kendimi sokağa attım. Yağmurlu gecelerde Müzeyyeni aramak adetim olmuştu. Yağmur damlasının topraktan çıkardığı kokuda bulmayı umut ediyordum onu.
Şehir sessiz, çay kokusu yok. Gökyüzünde korkunç bir yalnızlık var. Uçurtma izleri silinmiş, ay karanlık.
Yağmurun bana Müzeyyen'i hatırlatmaya başladığında her zaman olduğum yerde , pencereme çökmüş gecenin içindeydim.
Yaşamın tenime giydirdiği yorgunluk içinde hafif titreyerek sahilde ilerledim. Yağmur bile yağmak konusunda kararsız, kirpiklerime düşen yağmur damlaları arasından onu arıyorum. Gamzesi aklımda, saçları kıvırcık, beli ince. Saçı beline uzanmak için çabalasa da yetersiz kalıyor. Saçı ile beli arasındaki mesafede kayboluyorum. Parmaklarımı tarak olarak emrine verip sabaha kadar saçlarını taramak fikrini şimdilik yağmurun altında bıraktım. Peki neden yağmur yağdığında aklıma düşüyor, yada o aklıma düşünce yağmur başlıyor.? Neden Müzeyyen yağmura benziyor.
Yağmurun dünyamız için önemi bir yana dursun, gökyüzünün figanıdır yağmur. Dünyadaki insanların hüzünlerini, dertlerini gören bulutların gözyaşı dökmesidir aslında. Tıpkı ağlayan bir dosta sarılıp gözünden akan damlaları birbirine karıştırmak seremonisi gibi. 
Kafamda belirsiz senaryolar oluşuyor. Saçma gelsede finale bağlamayı düşündüğüm hikayelerim gibi.
Yeryüzü  güneşe aşık. Bulutlar araya giriyor, birbirini göremiyor iki aşık. Bulutlarda hoşnut değil bu durumdan. Gökler ağlıyor. Derken bulutlar bu aşkın karşısında duramayıp, tabiri caizse bir delikanlılık yapıp çekiliyor aradan. Gözleri ıslak dünyaya güneşin bakışları vuruyor. Gözyaşını siler gibi yanaklarını sıyırıp geçerken bir gökkuşağı çıkageliyor. Taç yapıyor dünyanın saçına. Dünya gözlerinin nemini kurutup güneşine bakıyor. Saat öğle vakti olunca güneş sevgilinin tam tepesine gelip alnından öpüyor adeta. Güneş ışıkları ile ağlayan sevgilisinin başına taç yapıyor gökkuşağını...
İşte Müzeyyen'i gördüğüm zaman başıma gelen tam olarak buydu. Müzeyyen yağmura benziyor.
Döktüğü damlalarla yeryüzüne umut olurken kendi tükeniyor. Toprağa çarptığında kokusunu bırakıyor. Hani toprak koktu ortalık derler ya , yanlış. Aslında toprak Müzeyyen kokuyor. Onun kokusunu bilmeyenler anlamıyor bunu, kerameti toprağa buluyorlar.
Müzeyyen hırçın, karadeniz gibi. Bereketli ve berrak yağmur damlası gibi. Ve ağladıkça yumuşuyor yağmurla buluşan kurak toprağın yumuşaması gibi.
Müzeyyen toprağına su isteyen çiftçinin umudu olan yağmur gibi, çorak kalplerin umudu. Uğruna dualara çıkılan, yokluğunda hayatın yaşanmaz olduğu bereket kaynağı. Çatlamış dudakların nemli busesi, gökkuşağının iki yakasından biri. Peki ben bu hikayenin güneşi miyim ? zor. Samsun sahiline usul usul Müzeyyen yağıyor. Müzeyyen denize düşüyor, denize karışıyor. Kıskanıyorum denizi, üstüme düşen yağmur damlaları yetmiyor. Kollarımı açıp bütün damlaları yakalamak istiyorum. Gücüm yetmiyor. Toprağa usul usul Müzeyyen yağıyor. Toprağa can veriyor, kokusu dışarda kalıyor.
Sahil Müzeyyen kokuyor. Bir ben duyuyorum, genzim yanıyor.
Müzeyyen yağmura benziyor...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR