KADAVRAYA KALP MASAJI



-Baktım olmuyor ben de vurdum kapıyı çıktım dışarı. Hızlı ve şuursuz adımlarla uzaklaştım oradan. Üst üste küfürler peleseng oldu dilime. Yokuş aşağıya saldım düşlerimle yorgun ayaklarımı. Sinirden kastığım dişlerimin sesleri sokak başından duyulacak olmuş ki Adem abi seslendi birden. O anda ayaklarımın beni mahalleme sürüklediğini anladım.
-Adem kim oğlum?
- Yok mu abi şu kösedeki manifaturacı Adem. Hani karısı bir adamla kaçmıştı da mahalleyi ayağa kaldırmıştı asarım keserim diye.
- Sahi n'olmuştu o olay?
- Nolucak abi. Adem yaz yağmuru gibi bir esti, sonra çekildi kenara. Bırak şimdi abi onu bir şey anlatıyoruz burada.
-Tamam kardeşim devam et sen, mahalleye geldim demiştin.
- Hah abi gelmişim mahalleye, yüzüm kıpkırmızı zaten sinirden. Adem abiyi bir şekilde savuşturup meydanlıktaki yemekciye oturdum. Dedim kafam fazla dolu bari mideyi de dolduralım.  Garson geldi, tam bana bir paça çorbası  diyecektim..
- Noldu oğlum yine, Adem mi gelmiş peşinden.
-Yok be abi ne Adem'i, bu başka bir şey.
-Kim gelmiş oğlum çatlatma adamı.
-Göğün yedinci katından bir melek gelmişki abi, sorma gitsin.
-Sordum gitti, ne meleği oğlum kafan mı güzel senin!!
-Valla abi onu gördüm göreli çakır keyif gezdiğim doğrudur ama, bu sarhoşluk herhangi bir insan eli değmiş bağımlılıkla olacak şey değil.
-Bak geveleme lafı çay bardağı geliyor kafana!
-Abi bir afet-i devrân geldi ki yanıma, dünya medeniyetler tarihi böyle bir esere daha önce şahit olmadı, Babil'in asma bahçeleri yanında halt yemiş, Mısır piramiti bütün sırrını kaybetmiş. O gözler, o kara kara üzüm gözler, siyah saçlar, ince bel..
-Anlaşıldı. Manita meselesi yani.
-Öyle basit bir manita meselesi değil abi. Hani bu koca koca aslanları sirklerde kediye çeviriler ya, böyle çemberden falan atlatırlar, işte bu kız benim elimden tutsun feleğin çemberinden atlamayan şerefsizdir.
-Gönülden gönüle yol kurdun ha gizli gizli?
-Ne yolu reis, baya dört şeritli otabanlar serdi aramıza karayolları, viyadükler , köprüler, alt-üst geçit ne ararsan var bende.
-Sen baya baya tutulmuşsun ha?
- Valla bi karaya vurmuş balina gibi derin bir nefes verdim önce, Allah'ım dedim. Tüm Dünya'da bu kadar kötülük ve savaş varken, bu kızın bu kadar güzel olması haksızlık değil mi ? Nasıl bir imtihandır bu?
-Hop oğlum olay farklı mecralara  kaydı tövbe de.
- Valla bi ben tövbe etmeye fırsat bulamadan kız sipariş sordu. ''Sizinle birlikte geçireceğim otuz beş sene alabilir miyim ? mümkünse paket olsun'' diyecektim, diyemedim.
- Eee ne dedin?
- ''Kuru pilav alayım, pilav az olsun'' dedim.
-Desene fasülyeden olmuş muhabbet, içine turp sıkmışsın.
-Yok abi turp limonlusunu ortaya söyledim sonradan.
-Oh oh iyi olmuş, tüy dikmeden muhabbeti kapattın diye üzülmüştüm bende!
-Dur abi zaten kafamın içi seçim otobüsü. Neyse bu yemeği bıraktı gitti. Kuru fasülye beni kesiyor, ben kızı.
-Yapmadın mı bir numara?
-Abi fasülye bırakmıyor ki yapayım. Neyse fasülyeyi aradan çekilmeye ikna ettim. Koca kalabalıkta biz kaldık başbaşa. Kız işinde gücünde, ben dalmışım. Başladım bu kızın başrol oynadığı hayaller kurmaya. Üç çocuğumuz olsa, iki kız bir erkek. Kızlar annesine benzese, hatta oğlanda ona çeksin anasını satayım. Ben çalışıp  eve baksam, o  günde üç öğün yüksek ölçekten bana baksa, akşam eve geldiğimde kapıya o çıksa, ben eve sırf o var diye gelsem, bütün dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olsa...
-Çık Yeşilçam sokağından gel Dolmabahçe'ye. Olaya dön oğlum olaya.
- Ben de öyle düşünüp hayallerimi fıragman tadında keserek asıl filme odaklandım. Dedim bu kız mahalleye yeni gelmiştir. Yok hep buradaysa ben farketmediysem bu gözleri iki leğen altı mandal karşılığı eskiciye vermeli. Bir kaç saat tatlı, çay , kahve orada kaldım. Sonra ufaktan volta almak gerekti, sokuldum mahallenin araç trafiğine kapalı sokaklarına. Biraz dolanıp eve geçtim. Kız aklımdan çıkmıyor ama yeri kombine. Her sokak başında onu arıyorum. Sonra kendi kendime ne işi olur burada manyak diyorum, başka sokağa giriyorum yine karşıma çıkar mı diye sağı solu kesiyorum.
-Dikkat et yanlış adamları kesme düğün pastanı yemeye niyetliyken helvana talim olmayalım.
-Ben de bilhassa bu düşünce ile eve attım kendimi.Dedim bir güzel uyuyayım,yok. Kalkayım bir çay koyup oturayım,yok. Kaldı bana iki ucu efkarlı değnek. Neyse kısmette bu varmış diyip uzandım yatağa. Sabahı zor ettim. Hemen çektim jantileri, ayakkabıları parlatıp koştum meydana. Gittim karşıdaki çay ocağına oturdum.
-Niye onun çalıştığı yere gitmedin?
-Olur mu abi? Her işin bir raconu var. Önce uzak gözlem deyip, iyi bir masa seçtim. Hafif yan oturdum ki aç kurt gibi  tam karşısına denk gelmeyeyim. Karanlık sularda sessizce ilerleyen usulsüz bir kuruyük gemisi gibiyim. Varlığım da yokluğum da yetmiyor. Neyse baktım mesaisi bitmiş önlüğünü çıkarmış, ben  de ufaktan toparlandım.
-Gidip konuşsaydın hemen.
-Dur be abi dokuz ay nasıl bekledin sen. Bütün semtin ortasında olur mu öyle? O sokağın köşesine vardı  ben ayağa kalktım. Ufaktan seyirttim arkasında. Kafam önümde, yavaş yavaş takip ettim bir süre. Sonra bir cesaret, serde delikanlılık var tabi, seslendim arkasından.
-Nasıl seslendin?
- Bakar mısınız? diyeek oldum sesim çıkmadı bir an. Sonra döndü. Ulan dedim kalp kalbe karşıymış ben çağırmadan o döndü.
-Sonra?
-Sonra mısır uygarlığından kalma bir gülümseme kondurdu yüzüne. Gözleri parlayarak bana doğru yürümeye başladı. O an dünyanın  en mutlu adamı seçimleri olsa dört yüz elli millet vekili alıp tek başıma iktidar olurdum. O bana yaklaşıyor, ben olduğum yere Karabük işi iki adet demir kelepçe ile çakılmış duruyorum. Zihnimde deli rüzgarlar, o bana ulaşmadan düşüp ölmekten korkuyorum. Derken, derken ölüyorum...
-N'oldu heyecandan bayıldın mı yoksa?
-Keşke. Esmer, uzun boylu bir çocuk sıyrıldı yanıbaşımdan. Bizim sürmeli ceylanın avcısı oymuş demek ki. Sarıldı boynuna. O an hemen ayaklarımın yanından bir yarık açılsa, düşsem içine tepetaklak. Oradan magma katmanını teğet geçip İzlanda'nın yanar dağlarından lav olup saçılsam. Ya da siyah camları filmli bir minübüs gelse, balyoz davası kapsamında içeri alınsam, Polat Alemdar'a sıkılan kurşunun önüne atlayıp vurulsam, ya da bir metrobüs kazazedesi olsam diye dualar ettim. Hayıflandım sonra. Sevdiği, seveni olan bir kızla nasıl üç çocuklu, pembe panjurlu hayaller kurdum. Kurduğuma üzüldüm, üzüldüğüme sevindim. Dünyanın en zor adımını attım sonra. Görsen, sanırsın yürümeyi yeni öğrendim. Gömleğimin beyazı kirlendi, pantolonumun ütüsü bozuldu. Aldığım son nefes bir sene boğazımda durakladı. Yürüdüm, hızlandım, koştum. Çileden çıkıp evi buldum. Uyumak için yattım, uykusuzluğa doydum.
-Sonra ne oldu?
-Geldim bir demli çay buğusunda seni buldum. Kısaca bir daha oraya gitmedim. Yolundan geçmedim, en önemlisi üç çocuklu hayaller kurmayı bıraktım.
-Vazgeçtin yani?
Evet abim, vazgeçtim.
Çünkü bazı şeylere ısrar ile ümit beslemek, kadavraya kalp masajı yapmak gibidir. Niyet mutluluk  olsa da bazen zamanında vazgeçmek gerekir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR