ALGIDA DELİCİLİK


Yavaşça doğruldum yataktan. Ayaklarımı sarkıttım eski parkenin üzerine. Hafiften salladım başımı, gözlerimi ovalayıp camın kenarındaki koltuğa baktım.
"Dede" dedim, yine giymişsin akları yukarıdan aşağı, çıkıyorsun karşıma her uyku ortasında yine aldın aklımızı.
Buruştu yüzü, hafiften alındı.
"Bak tamam" dedim, haklısın. İşin bu: rüya gezmek. Ama hiç değilse bir selektör yap içeri girmeden. Zaten bende bir iki tahta eksik, kalanları da sen incitme. Neyse hoş geldin beş gittin.
Hafiften doğruldu koltukta, ayaklanacak gibiydi.
"Tamam tamam" dedim. Geldin madem bir rüyalık daha kal. Ama güzel bir şeyler koymazsan seyr-i hayalime bozuşuruz. Şans topunda çıkacak numaraları istemem merak etme. Ufak bir yamaç, iki tabure, ufukta deniz, elimde çay olsun yeter.
Olur bâbında kafasını salladı.
Bak ben uzanıyorum şimdi. Fazla sürmez dalarım Uyku Tanrısı'nın kollarında rüyaya. Fazla bekletme huylanırım, aramız açılır, aksileşirim. Hadi ak sakalından öpmüşüm.
Uzandım. Daldım.Uyandım.
Sabah kaldığımda rüyam yarım yamalaktı zihnimde. İşe gittim, bitirdim, geri geldim. Biraz koltukta pinekledim. Yatağa geçtim. Yavaştan belirdi dede karşımda.
Bak dede dedim; Kafana göre geliyorsun , olmuyor. Ya gel akşamdan bir çayımı iç ya haber ver beklemeyeyim. Gelirsen uyuyarak karşılamak ayıptır diye put gibi oturuyorum. Uykum tam kaçacaktı kaç sefer yakasından tuttum keratanın. Bu işlere biraz özen göster. Zaten gelmişsin dört yüz küsürlü yaşlarına hâlâ hayal, masal, peri peşindesin. Lafımız yok ama bari işine özen göster. Azıcık esnaf sadakatin olsun mesleğine karşı. Bir de unutmadan dün akşamki rüya tam olmamıştı haberin olsun. Giriş şaşalı, gelişme kısmını toplayamamışsın, sonuç desen absürt tiyatronun başarısız bir örneği olmuş. Metin yazarı kim bu rüyaların? Yoksa doğaçlama mı çalışıyorsun? Karakterlerin realist, kurduğun öykü Victor Hugo romantizmine benziyor. Postmodern takılıyorsun anladık. Ama bu geçmişe dönüşlerde bir ayarın olsun. Alıp beş yaşına geri götürüyorsun beni. Kısa mesafe götürmem diyen taksiciler gibi nedir senin bu uzaklara merakın? Şimdi ben yatıyorum,kafam dolu. Ama yarın gece konuşalım bu konuyu. Dolandırma rüyalarda beni sağda solda, gereksiz taramalardan kaçın. Basit ve dikine gör oyunu, gol odaklı çalış. Duran top savunmasında adam paylaşımına dikkat et.  Bir de şu sakalları biraz kes hep yerlere sürtmüş bak uçları kararmış. Hadi Allah bana rahatlık versin.

Sabah ince bir baş ağrısı ile uyandım. Ben dinginlik istiyorum dedim bizim dede beni Battalgazi filminde Cüneyt abiden dayak yiyen adamlara çevirdi. Uçtum,kaçtım,koştum yine bütün gece. Millet ak sakallı dedeye muhtaç, biz tam bulduk adamın içinden adrenalin bağımlısı liseli genç çıktı.
Doğruldum yatakta. Odaya bir göz gezdirdim. Yine bastonunu koltuğun kenarında bırakmış. İnsan hiç demirbaş listesine kayıtlı eşyasını orada burada  unutur mu? Aslında belli bir yaşı da var bunlar normal sanki. Neyse akşam gelince alsın buradan. Dışarıya atsam Allah korusun çoluğun çocuğun eline geçer. Bu ülke daha bir Harry Potter kaldıramaz. Hadi ülke kaldırdı toplum içinde hoş karşılanmaz.
"İşe gitmek" eyleminin Orta Çağ Avrupa'sında popüler olmuş bir işkence şekli olduğuna inanmaya başladım. Sonra anlam iyileşmesi ile modern zamanın gereği haline gelmiş. Gömlek, kıravat, tıklım tıklım otobüsler ve her zaman arkalarda boş yer olduğuna yürekten inan bıçgın şoförler. İş yeri kapısındaki güvenlikçi ile selamlaşmak, otomatiğe bağlanmış sekreter ile ne var ne yok seromonisi , patron ile her şey yalan mesai gerçek sözleşmesi, Istiklâl Marşı ve kapanış.

Devlet Oryantasyonu tadındaki dış mekan çekimlerim bitiyor,iç mekan çekimler için yine eve geliyorum. Her gün yaptığım şeyleri bugün yine yapmanın verdiği haklı bir sıkılma ifadesi ile koltuğa yığıldım. Baston aynı yerinde duruyor. İhtiyar galiba akşam trafiğine takıldı. Bu saatte sırat köprüsü yoğun olur normaldir.
Acaba bastonu mu arıyor bir yerlerde ? Olur mu olur. Bunu unutan adam nerede unuttuğunu da unutur. Belki de hiç fark etmedi elinde olmadığını. Zaten aksesuar amaçlı taşıyor sanki, bir işlevi yok gibi duruyor. Belki reklam amaçlı almıştır, hani televizyonlarda oluyor ya ürün yerleştirme falan kim bilir.
Ya çocuklar beni almaya gelene kadar uğramazsa buraya, gelince kapı duvar. Bulamaz da beni artık.
Baston da bende kalır. Hem bir daha görememek de uyuşturdu biraz yüzümü. Ne yapılır ki şimdi? En iyisi bir not bırakayım, kenarını da yakarım biraz, sonuna bir de ellerinden öperim koyduk mu tamam. İmza hayalzâde Cemal.

Sabah erkenden geldi çocuklar yanıma. Ahmet ile Veli sağolsun yeni bir yer bulmuşlar bana. Zaten sıkılmıştım bu çiçek kokan apartmandan. Her yer temiz, gürültü patırtı yok, komşular birbirini seviyor falan; saçma. Beyaz bir minibüsle gelmişler. İki yabancı adam ilişti gözüme camdan bakarken. Acaba eşyalarımı taşımak için mi çağırdılar. Ama gideceğimiz yerde odalar dayalı döşeli demişlerdi.
Bagajdaki yatağa sardılar beni, Safi beyaz bir örtü üzerinde emniyet kemerini vücuduma sardılar. Trafik cezaları arttı demek ki;artık adet böyle. Yolcunun elleri ayakları bağlanıyor. Yatakta kaza anında arabadan uçarsam yere doğru süzülebilmek için galiba, helal olsun. Bizim çocuklara yetecek yer kalmadığı için onlar oturarak seyahat edecek. Tabi beni sevdiklerinden en güvenli yeri bana vermiş olmalılar. Ah be dede keşke görseydin şu bana gösterilen iltiması. Gerçi Cumhurbaşkanlığı'na aday olmak istediğimde beni desteklememişlerdi ama; devlet işinde yorulmayayım diye öyle yaptılar demek ki.
Binanın girişinde demir parmaklıklar karşıladı bizi; güvenliği yüksek bir site galiba. Her yerde beyaz önlüklü insanlar var. Herkesin yüzü gülüyor. Ortada oturan bir adamın heykeli duruyor. Fazla düşünceli sanki, sanatçı bu eseri ile bize ''Yakarsa dünyayı garipler yakar'' mesajını vermeye çalışmış sanırım.
Minibüsten inerken o iki iri yarı adam koluma girdi. Galiba odama kadar eşlik edip siteyi tanıtacaklar. Bahçede yürürken gördüğüm insanlar gayet zarif ve aklı selim duruyor. Seçkin zümrenin tercihi galiba burası. İnsanlar boş saksıları suluyor, süs havuzunda vapur bekliyor. Şen şakrak türküler, çınlıyor camlarda, ''seni görmem imkansız rüyalarım olmasa'' diyor bir pansiyon sakini, acaba o da mı bizim dedeyi arıyor. Sahi dede inşallah bulabilir burada; resmi kıyafet galiba herkes beyaz giyiyor. Kollarımda arkama dolanmış sallayamıyorum Ayşen'in yoluna. ''Zaten onun yüzünden oldu'' diyor Ahmet gözlerime bakarak. Ayşen geliyor aklıma, kaldırıma düşen saç teli geliyor. Ellerim sırtımda,kemerli merdivenleri çıkıyorum. Dördüncü kat meçhul numaralı odaya buyur ediyorlar beni. İç mimar biraz varoluşçu sanırım. Tek renk bir odada bir yatak bir masa ve sandalye bulunuyor. Camlar içeriye kuş kaçmasın diye demir parmaklıklarla kapalı. Akıllıca. Kuşları kafese koymak yerine insanları bir yere kapatıp tüm dünyayı kuşların kafesi yapmak ne güzel düşünce. İnşallah Bakanlar Kurulu kabul eder de tüm ülke kuş saldırılarından kurtulur.
Günlerden bir gece dede geliyor baş ucuma. Bastonu da elinde, mektubu da bulmuştur o zaman, saç sakal da birbirine karıştı ama tanıyabildi beni.
-''Hoş geldin dede. Nasıl yeni yerim. Biraz beyaz ama idare et. Sen de odanın renginde olduğundan fazla ayırt edemiyorum. Başka tarafa bakarak konuşursam sen baktığım yere geç de ayıp olmasın. Ne diyordum. Ha, rahat bulabildin mi burayı? Sahi nasıl saldılar seni yukarı, ben bir iki kere bu saatler Taksim'e çıkayım dedim kapıyı suratıma kapattılar, giydirdikleri gömlekte cabası. Bir komşu var burada, kimseyi odadan çıkartmıyor. Bir de meraklı ki sorma, sürekli kapıdaki delikten bizi gözetliyor. Polisi aramak istedim bir kaç kere ama çok yoğun bu aralar dedi karşı komşum, meşgul etmek istemedim. Evet karşı komşum Orhan. İyi çocuk aslında.
Günlerim güzel geçiyor burada. Seni özlemiştim bir kaç kez. Aslında apartman görevlisine tarif ettim seni, görürsen haber ver dedim ama, doktor çağırdı hemen. Galiba beyaz giydiğinden karıştırdı. Sonra apar topar buraya taşındım zaten. Kirayı iş yerim ödüyor. Elektirik, su, yemek, ısınma hepsi kiraya dahil. Son iş gününde patron bir daha gelme buraya demişti. Galiba emekli olduğumu söylemeye çalışmış
Dostlarım ''Ayşen'den sonra'' diye başlıyor beni anlatan cümlelere. Haksız sayılmazlar aslında. Sadece Ayşen adını duyunca akıllanıyorum. Keşke damarına basmasaydım, sokak yerine kollarıma koşsaydı diyorum. Şimdilerde anlıyorum ki sevmek yokuş aşağı koşmak gibiymiş dede; ulaşmak sevdasını düşmek korkusunun ortasında yaşıyorum.  Ayşen'in yanağının düştüğü yolda bıraktım son fikir tanemi. Hissi değil şahsi davranıyorum. Herkes akıllı taklidi yapıyor dünyada. Normal davranmak adına yavaş adımlarla yürüyor. Koşmamak için çabalıyor. Düşmekten irkiliyor.

''Düşmek korkusu davranışları engellemez dedeciğim, algıları açar.''

Halk dilinde buna '' Algıda Delicilik'' adı verilir. Aslında farkındayım her şeyin. Geceler akrep olmuş, gündüzler yengeç, aklımdaki tek zaman kavramı vakit çok geç. Her daim aydınlık kalan bu odada en büyük karanlığımı yastığın altına sakladım. Boş kağıtlara parmağımla şiirler kazıyorum. Pek bir şey değişmedi aslında. İşe giderken giymekten nefret ettiğim beyaz gömlek yine üstümde. Yine insanlara boş gözlerle bakıyorum. Sosyolojik tanımlamalara kaşlarımı çatıyorum.  Hâlâ köpeklerden korkuyorum ve geceleri tek bacağım yorganın altında Üstümdeki akıllı maskesini çıkartalı özgür geziyorum. Yatağımdaki kemerler sadece vücudumu tutsak etmiş. Ben her uykuda Ayşe'in kirpiğinin damladığı sokağa koşuyorum. ''Saatler vuslatı vurmuyor Ayşen'' derken özüme kavuşuyorum.

Algıda delicilik dedim ya. Ben iyi idea kavramını Ayşen ile somutlaştırdım; Platon'un güneşine kafa tutuyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR