ŞABAN SAĞLIK'LARCA OKUMAK

-''Ben burada ineyim'' dedi annem. Teyzene uğrarım. Sen de üzme kendini. Unutma evladım ''her nasip vaktine esirdir.''
-''Tamam Valide Sultan, sen merak etme. Aramak huydur bizde. Bulmaya harcadığımız vakit ömrümüzün zekâtı olsun.''
On gün kadar önce cızırtılı bir kapı zili ile bölündü uykum. Nadirâttan gördüğüm rüyalardan birinin ortasına denk gelen bu sabah kalkışması sinirlendirdi beni. Hırs ile karışık hızlı adımlarla kapı eşiğine yöneldim.
Sinirle açılan kapının önünde herhangi bir fâil bulamadım. Soğuk hava uyku sersemi suratıma vururken kapatmak üzere olduğum kapının aralığından beyez bir zarf ilişti gözüme. Alıp çeri geçtiğimde ahâlisi bulunmayan evimde tek başınalığın sessizliği ile koltuğa oturdum. Zarf usûlü haberleşmenin son kullanma tarihinin geçtiği bu devirde kim yapardı bu nostaljiyi ? Sordum. Bir kalem ve kağıt sıyrıldı zarfın dudakları arasından,  sanki birisi bana söyleyeceklerini yazmaya üşenmiş ,  hammaddeleri temin edip '' ben söylemem sen anla''  klişesini suratıma vurmuştu.
Ucu kapalı. altıgen ve kulak memesi kıvamında pembe olan kalem ile ak sakallı dede pamukluğunda beyaz olan kağıdı önüme koydum. Kalp ile tasdik ettiğim duyuların dil ile ikrarından kaçınarak düşünmeye başladım.  ''En iyisi bu yazma teşgâlesinin kurulumundan anlayan birini bulmak lazım'' diyip çıktım yola. Çırağan Sarayı'na Kız Kulesi'ne danıştım. Yetkili bir muhatab bulamayınca gözümü Karadeniz yöresine, yanıbaşıma çevirmeye karar verdim.  Saathane Meydanı'na , Site Camii'sinin çay ocaklarına soruştum. Belli bir isim hakkında mütabakat sağladılar. Son bardaktan sonra gerekli bilgileri alıp yola vuruldum.
Varmayı amaçladığım yolda giderken kendi kendime konuya girişin yollarını tarttım. Meselenin özündeki eşiği vurgulamanın önemi yadsınamaz bir gerçekti, göz önünde bulundurdum.  Vardığım binada basamakları birer ikişer geçerken içimde tarifi Fransızca kalan hisler uyandı. Ayaklarımın rehberliğinde önüne geldiğim oda, az sonra sırlara vakıf olacağım bir mabed gibiydi. Girişin sağında duran sarı isimlikteki Prof. başlangıçlı isim gözüme ilişti. duraksamadım.  Titreyen bir elle aralık duran kapıya tıkladım. Yavaşça kendimi göstererek sıyrıldığım aralığın ardında sukût ile mağrur bir dünya ile karşılaştım. Asıl soru o an düştü zihnime; sordum. ''Nedir yani, mesele nedir?
''Gel bakalım içeri'' cümlesinin davetkârlığı ile sorumdan geri döndüm. Selamımı verip odanın ortasına konumlandım. Buyur manasıda başının senfonisi ile beni boş sandalyeye yönlendirdi. Oturduktan sonra ufak çaplı gözlemsel hareketlerde bulunmak için fırsatım doğdu. Dört tarafı kitaplarla çevrili odanın içinde yazlar sıcak ve kâfiyeli, kışlar soğuk ve kurmaca yağışlı geçerdi. Edebiyat kuramları havaya karışır, felsefik sözlerin  derinliğine uyarı şamandıraları konmazdı. Karmaşası içinde bir düzen tutturan odada en değerli kitaplar üstüne sohbet edilmiş olanlar sayılmaktaydı. Masanın üstünde, cam kenarında, koltuk tepesinde ve karşısında oturuğum insanın akında hep onlar vardı.
Kalemini bitmemişliğin üstüne yatırıp bana baktı.
''Hoşgeldin'' dedi. Burası arayan insanların ortak noktası. Biz kazmak üzere kurulmuş bir ilmin savunucularıyız. Kitap okur, çay eşliğinde sosyolojiyi tartarız. Kantarımız söz doludur bizim. Ama konuşmaktan çok susarız. Susmak eylemi huydur bizde; okuduğumuz kadar susarız. Susadıkça aşkın şarabından içer cefâ vü cevr ile kendimizden geçeriz.  Biz söz ehli değil, hâl ehliyiz. Bir cezbe hâlidir bizimkisi, tekke yoludur, erik dalına çıkıp orda üzüm yemektir. Metinler arası olduğumuz kadar şahıslar içinde geçiniriz. Şahsiyetli ilimlerin tutkunuyuz. Anlatı metinlerine kimlik katmaya çalışır, yol haritamıza pusula ederiz. Biz bir avuç kişiyiz, birbirimizi biliriz. Şimdi sen bu çok bilinmeyenli denklemle ilgili ne öğrenmek için geldin bakalım, senin poetikan nedir?''
Zarfı uzattım.
''Amacım iade-i ziyaret. Bireysel bir poetika sahibi olmak kısmt olmadı, romantizim akımının temsilcisi sayılabilmekle birlikte realistik düşüncelerim de yadsınamaz. Herhangi bir Edebiyat Mecmuası'nın okurluğundan ileri gidemedim. Amacım kalemin izinde menzilimi bulmaktır.''
Zarfı masanın üstüne açtı. Kağıdı önemsemedi, kalem tuttu, baktı. Göz göze geldik;
Söze giriştim;
''Ben bu işin alamet-i farikasını, hikmet-i curcunasını anlamadım. Yazmak üzre yollanan kalemin ucu neden kapalı olur, bilemedim. Az gittim , uz gittim dereyi tepeyi teğet geçtim. İskemremin ayakları buraya nasipmiş, şimdi söyleyin hocam, bir kilo pamuk mu daha ağırdır yoksa bu işin içindeki karmaşık duygular sinsilesi ve bilimum felsefe göstergesi, halkın sesi, Ahmet Mithat Efendi ve kapanış''
Şöyle bir süzdü beni; sözlerimdeki bulanıklık huzurunu bozmuş gibiydi. Çenesini kaşıdı, kirli sakalında beyazlamış olan kısımların tecrübe kokusunda kelimelerini toplamaya çalışıyordu.
Sheakspeare vari derin bir trad atma evresinde olduğu yüz ifadesinden belliydi. Yakışırdı da Sone'lerin en felsefiği. Zihnimi toparladım ve odaklandım.
-''Bak evladım'' dedi. Sekte-i zihin halin dışa vurmakta. Bu elimdeki kalem-i kurşun en temelde insanoğludur. Ucu kapalıdır başlangıçta, yavaş yavaş açılır. Ama zaman adlı açacağın darbeleri çoğaldıkça sivrilir ucu, ormanda gezen tilki olur. Peki söyle bakalım yazmak için ne gerekir?''
Kendimden emin bir ses tonu ile cevapladım;
''Bir kalem ve kağıt farz-ı ayân'dır. Ayıca lükse kaçsa da bir silgi iş görebilir. SonUçta insanoğlu yazdığı kadar değil silebildikleri kadar yazardır. Ama memleketeki bu karmaşa içinde silgisizlik önemsiz sayılıp karalama yoluna da gidilebilir''
Gülümsedi;
''Dur bakalım dedi, öncelikle aralara sıkıştırdığın servet-i fünun hastalığı yeniden yapma arapça tamlamalara bir sünger çek. Onun efendisi Abdulhak Hamit ile yapıldı, bitti. Bu dili bırakacaksın ilkin. Yazmak ile ilgili verdiğin tarife gelince, onu da unut kendince''
Şaşkınlığım yüzüme vurmuştu, hafiften artan kızarıklık ile itiraz edecek oldum, ''Peki'' demeyi seçtim.
O zaman ne lazımdı yazmak için, neydi yani, mesele neydi?
Sormama gerek kalmadan hocam tarife başladı;
''Bak oğlum , yazmanın şartı ikidir.Birincisi ne anlatacağını bileceksin, ikincisi nasıl anlatacağını. Teknik ve taktik veriler eleştirmenlere kalsın. İnsan anlattığı kadar ölümsüzlük kazanan bir oluşumdur. Biçimcilik tutmaz bizim radarımızda. İçerikte güzellik ararız, güzel söz söyleme sanatı olduğu kadar olan sözü de güzellikle söyleme sanatıdır işimiz. Ve elbette okuduklarından dışarıya taşan kadandır yazdıkların. Okumadan neşretmeye çalışmak ancak sesleri harflerin kılıfına sokarak kalem vasıtasıyla kazımaktır ki biz buna Edebiyat diyemeyiz.''
Bir süre sessizlik eyleminin hakimiyetine giren bu meskende çay kaşığı temposunda hocamla sözlerimiz kesişti, söyle bakalım dedi. Senin için Edebiyat nedir?
Verdiğim cevabın alacağım cevaba kaynakça ve ayrıca yardımcı ve yoldaş olacağını bildiğimden zihnimdeki uzunca soruya son verip en kısa şekilde benim Edebiyatımı anlatmaya başladım;
''Aşkın temsili, kavganın kaçınılmaz adresi, davaların savunma merkezi. Farklı istekte ademoğullarının durdurulamaz gösterisi. Güzel söz söyleme, aslında doğru olanın güzel söyleme meselesi ''Edeb-iy-at''.  ''Yazıyorsun okuyorum, kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa, insanın bu rütbece alçalabilmesinden korkuyorum'' sitemindeki gibi değil,  'Söz vermiştim kendi kendime; yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak hırstan başka ne idi?''' itirafındaki gibi iptilai bir olay olan yazmak eyleminin sevgilisi , Edebiyat tüm bilimlerin kaydedicisi. Hakikati güzel anlatmak, kimi zaman milli, kimi zaman ferdi, kiminde cemiyet meselesi, kiminin tek derdi zalim sevgilisi...''Oluklar çift, birinden nur akar birinden kir'' derken oluşan insan fıtratı meselesi, Müzeyen dedim fısıldayarak, Müzeyyen ben ölüyorum'' derken bulaşan sevgili beklentisi. Her hali ile insan benliğine  kazınmış '''anlatmak'' eyleminin uslanmaz sevgilisi Edebiyat...Ferit Edgü'nün kısa ama dolu minimal öykü imalathanesi, Leyla Erbil'in Vapur'u anlatma sevgisi, Biraz gerçek üstü, biraz hakikatin ta kendisi, insanın içini döktüğü adresi Edebiyat...
Anlatımda yarışmanın adresi, günlük konuşma dilinin tepkimesi Edebiyat...
''Bir pür nemek kirişmesi bir tatlı handesi/Bir şekkerîn tekellümü bir hoş edâsı var'' beyitinde süslü söyleyişin yüksek rütbesi, ''Türkçe ağzımda ana sütüdür'' aforizmasında halkın şiirde etkisi, her söz kalıbı ile insanın insana insanı kendince ifadesi Edebiyat...Mevlana Mesnevisi'nde binlerce beyitte iradesi, Yunus Emren'in dilinde ''Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm''  temellendirmesi, bir sözü çokça, akıldan bolca söyleme tedavisi özü şiir, açıklaması hikaye, tasfiri roman olup, ''dilde kelime tasfiyesinin son raddesi'' Edebiyat...Oğuz Atay'ın ''Tutunmak''için temennisi, uğraştığı ''Tehlikeli Oyunlar'ın'' ışıldayan avizesi, biraz karamsar, biraz umudun habercisi, karanlığa koşanların meşalesi Edebiyat.İlhami Algör'de derin tutkunun menkıbesi,Yahya Kemal'de kulağı okşayan musıki etkisi, Can Yücel'in pasaklı kontesi, şair ile şiirin kuytu köşesi Edebiyat...Hakk'ın kuluna seslenmesi, Kur'an-ı Kerim'in mucizesi, her ayette saklı gölgesi. Hakkı insana hakkı ile anlatma meselesi Edebiyat...Modernizmin elçisi, varoluşun bunaltılı tecellisi, her yönü karamsar, biraz Sartre, biraz Kafka etkisi, aforizmalara konu olur kendisi. İnsanın varlığını sorgulayan adalet güncesi Edebiyat...''Mefûlü/Mefâilün/Feûlün'' vezin telakkisi, kalıba uygun , göze hitap eder kafiyesi. Biraz Fars biraz Arap etkisi. Leyla û Mecnun'un düzenleyicisi Edebiyat...''
Arkasına yaslandı.
'' İşte'' dedi. Şimdi asıl soruya gelelim. Edebiyat okumak mıdır yazmak mıdır? Ya da yazmak ne kadar ve nasıl olursa Edebiyattır?
Aklım ermez manasında dil-i biçâreye daldım.
''Bak evlat dedi. Git şimdi, gözünü bu sıraladığın adamlardan ayırmdan,oku.  Okumak zekayı kibarlaştırır. Tüketemeyeceğin kadar çok oku.  ''Okumak kazmaktır, aramaktır'' esasında. Hani çok gezen mi çok okuyan mı derler ya, çok arayan bilir,unutma. Şimdi kapısında tunç levhada Şaban Sağlık kazılı bu odadan çık, ilk köşeyi dön ve ara. Bir gün bulursan aradığının adını ya da tarifini, çık gel mabedimin ortasına. İşte biz o gün bu kalemin kağıtla kucaklaşmasını birlikte izleyeceğiz.''
Kalemi cebime koyup, kağıtı odaya bırakıp çıktım. ''Yazmasaydım deli olacaktım'' demiş ya, asıl yazmanın hayatın temelindeki anlatı deliliği olduğunu o gün anladım. İnsan egosu ucu açık şeylere karşı tahammülsüzdür. Ben bu içgüdü ile aramaya çalıştığım kesinliği annemin sözündeki gibi ''vaktine'' bıraktım. Ve sürekli arama mekanım haline gelen hocamın odasında hayat boyu oku-t-ma-nlık eyleminin ilk kesiğini parmağıma attım. Bize bilmek için aramayı tembihleyenlere bin selam olsun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR