DÜŞ'İNCE

DÜŞ'ÜNCELERDEN AŞAĞIYA SARKMAK TEHLİKELİ VE YASAKTIR
İki çay doldurdum. Biri  bana biri de tam karşıma. Ben çayımı içtim; karşımın çayı soğudu,döktüm.  ''Bir çay daha ?'' dedim. Kendime doldurdum, karşımın bardağının üstüne kaşığı kapattım...
Sokağın başından sonuna, kısa aralıklı üç yüz adım atmıştı.Kaldırıma döşenmiş parke taşlarının bölünme çizgilerine basmamaya dikkat ediyordu. Oynak bir kaldırım taşına denk gelen ayağı, taşın altında biriken yağmur suyunu harekete geçirdi. Islanan ayağını umursamadan, hızlanan adımlarla caddeyi geçti. Önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola olmak üzere üç defa sahile baktı. Yosun kokusu burnunu tırmalamıştı.
Baş parmağında çıkan şeytan tırnağı, elini her cebine sokuşunda kendini hatırlatıyordu. Kaldırımdaki çöplerin içinde sarhoş duran şişeye bir tekme savurdu. Şişe yuvarlandı, ters döndü; secdeye kapandı. Tekrar vurma şansı varken vazgeçti, şişenin bir günahı yoktu. Depozitosuzdu bir kere; eziyet etmesi etik olmazdı. Rahat bıraktığı şişeye rahmet okuyup yolun iç köşesine geçti. Kendi kendine ''kaygılar'' başlıklı bir konuşma yapmayı planlıyordu.
''Kaygılar; insanın sürekli geçmişle hesaplaşıp geleceği hesaplamasına yol açan; şimdiki zaman kavramının yaşanılmasını imkansız kılan duygu.''
Konuşmanın en heyecanlı yerinde meçhul şair gelip yanına oturdu. Selamsız sabahsız söz-deyişi ortaya bıraktı;
''Ömür dediğin üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür.''
Konuşurken lafının kesilmesinden hoşlanmazdı. Özellikle kendi kendine konuşurken araya girenlere en ağır cevabı resmi kaynaklarla verirdi. Bu seferlik şairlik makamına hürmeten sustu. Sözü alıp sahibini bırakarak konuşmasına  devam etti.
''Nerede kalmıştık; ha evet kaygılar. Ne değişik kelime... Kökenini durduğumda çok şaşırmıştım mesela. Kuruyan ağaçların dışındaki kabukları kıvrılıp dökülür. Kaygı bu büzülen kabuğa verilen addır. Zamanla insanın bazı duygular karşısında kıvrılıp, bükülüp yerlere düştüğünü farkeden atalarımız; kaygı kelimesini bu tip kurumuş insanlara da bağışlamayı uygun görmüşlerdir.  Ama ben tecrübeliyim sayın kendim unutma. Sana da cevap hakkı doğdu ancak bu seferlik eserin tüm hakları bende saklı olduğuna göre bu hakkıda ben alıyorum; kusura bakma.''
Tam tecrübeden bahsettiği anda köşeden bir ışık süzmesi belirdi.
Uzun ince bir kalp ağrısıydı gelen. Selviydi; hârdı. İnceden doğruldu. Gömleğinin yakasını düzeltip bir sigara daha yaktı. Yüzünü güneşe dönüp sırtını kuru banka verdi.Önüne bakmayı  şart koşup geçen kadının ayak seslerini dinledi. Yaklaştı, durdu. Devam etti.
Uykusuzluk göz kapaklarının laneti olmuştu. Ne kadar çok uyusa o kadar uykusuz hissediyordu kendini. Bedeni serilip yatmak hususunda doyumsuzdu. Sıcaktan terleyen ensesi, terden ıslanan yastığına her değdiğinde sinir uçlarını uyuşturuyordu.
Doğrulup yatağın başına oturdu. Bir süre kafasını aşağıya eğip bekledi. Kan beynine hücum edince başını sağa sola sallayıp doğruldu. Ayağına terliklerini geçirip açık cama doğru yöneldi. Perdeyi sıyırıp dışarıya, sokağına baktı. İlerlerde ince bir çizgi gibi görünen deniz, içini ferahlatmaya yetmiyordu.
''İç Daralmasına İyi Gelebilecek Şeyler'' başlılı bir liste kurmaya karar verdi. Başlığın altına ilk maddenin yerini belirtecek bir kısa çizgi çekip kağıdı bıraktı. Perdeleri çekip; evin içindeki sessizliği bozmakla mükellef eski parkeler üzerine adımlarını vurdu. Mutfaktan çay kutusunu alıp demliğe yaklaştı. Çoğu insan önce suyu kaynatır daha sonra kaynar suyu çay adını verdiğimiz Çin kökenli, aslı yeşil olmasına rağmen ülkemizde karası makbul görünen bitkinin üstüne döker. O ise soğuk suyla çayın sevişmesini bir alev topuyla cezalandırılıp haşlamak yerine demlemeyi seçerdi. Soğuk suyla çayı demliğe koydu, çaydanlığın üstüne görece daha büyük olan alt kısmınada belli miktarda su ekleyip ocağa yerleştirdi.
Tekrar listenin başına oturduğunda çay demini alana kadar birkaç madde uydurmak konusunda kararlıydı.  Kafasından karalama halde başlıklar kurmaya başladı.
 ''Mesela kitap okumak, müzik dinlemek, papaz kaçtı ve koz maça gibi türlü iskambil oyunları, televizyonda spor programları izlemek, eşin dostun dedikodusunu yapmak...''
Yüzü ekşidi. Maddelerden bazıları çok sıradan, bazıları ise çok geneldi. Örneğin kitap okumak. Tamam okumak güzel ama bu sıfat her eser adına geçerli olabilir mi? Kendinden pay biçmeliydi. Tüm dünya düşünürleri, üstüne kafa yordukları sorunları kendilerinde bulup dünyaya mâl etmişti.  Mustafa Kutlu okunmalıydı mesela. Muhafazakâr kesimin önemli ve insana yaradılıştan dolayı umutlu olmayı derinlerde öğütleyen bir isimdi. Yanında İvan Turganyev gelirdi. Bahar Seli kitabı insanın kendi mutluluğunu kendi eliyle önce kazanıp sonra gaddarca kaybetmesine dair önemli bir örnekti.
Mutfaktan çayı alıp geldiğinde listenin başı yerine camın kenarını seçmişti. Oturduğu yerden yazdığı listenin güvenilirliği tartışmalı olacağından önce kendi üstünde uygulayıp onayladığı maddeleri insanlarla paylaşması kamuoyu vicdanını rahatlatabilirdi.
Düşünmek insan hayatının tam ortasına çakılmış bir çivi gibidir. Kimi insan bunu sökmek için uğraşır durur; kimisi o çiviyle yaşamaya alışır. İki yolu vardır çiviyi sökmenin.  Birisi tüm gücünü onun üzerine yansıtıp çekmeye çalışmaktır. Ama çivinin başı kopar çoğu zaman; sökülmesi imkansız olur, çakılı kalır.
İkinci yöntem zihni başka bir noktada toplamaktır. ''Çivi çiviyi söker'' tabirinin kibarcasıdır bu. Başka bir ana odaklamaktır kafayı, toplu şekilde dağıtmaktır. Farklı eğlencelerle, ilgilerle ve algılarla anlık da olsa yorucu bir maratonda nefes almaktır.
Tüm bu düşünceler ışığında biten çayıyla ve bitmeyen düşünceleri ile pencerenin önünde düşe kalmıştı. Düşmek eylemi yüksek bir yerden iltifa kaybetmek kadar düşlenen bir noktadan gerçek hayata inmeyi de temsil eder.  Aristo özgür olmanın yolunu ''düşünmek'' olarak göstermiştir. Bu yüzyılın dünyasında bu kavram ne kadar işlevseldir diye düşünmek üzerine karar kılarak listenin başına geri döndü. Tuttu listeyi, öptü; buruşturup çöpe attı. Listeleyemeyecek kadar sabırsız, düşünmeyecek kadar sabırlıydı.
Gün ışığı, sahil ve üçgen peynir. Sakin sofrasında kalabalık şehrin yetim saatlerini geçiyordu. Aynı bankta, aynı kadının aynı kokusu önünden geçecek, zihnine bir çivi daha çakacak, eve dönüp çay demledikten sonra yine bitiremeyeceği bir listeyi yazmaya çalışacaktı.
 İnsanoğlu geçmişi pişmanlıkla, geleceği planlarla, anı ise kendine söylediği yalanlarla kaçırmaya mahkumdur.
Adam düştü. Düşmek korku eylemin ilk ve en şiddetli tadılğı haldir. Fiziki olduğu kadar  zihinsel düşlerden aşağıya sarkılması sonucunda ortaya çıkan yılgınlıktır.
Tüm bu aforizmaların arasında kahramanımız uyanmadan önce ayağa kalkıp son kez sahile bir bakış attı. Sheakspeare vari bir trad döküldü dilinde sabahın sıcağına;
Olmak ya da olmamak; meselemizin bununla alakası yok...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR