''Son hızla sana koşarken vurdular beni, Sen vurdun demiyorum ama sana koşarken vuruldum.''
  Önce ince bir sızı girdi kaburgama bir çizik gibi. Bir anda düştüm yere.  Nefes alışverişim bir anlığına ritimsizleşti , hızlı ve kesik kesik. İlk başlarda düğümlendi nefesim. İnsanı hayata bağlayan kokusuz, tatsız oksijeni dolduramadım duvarları rutubetli ciğerlerime. Zihnim durgun. Ne oldu bana , nerdeyim ben? gibi klişe sorular sıraya dizilmiş üstüme gelmek için hazır. Vücudum ısınıyor. Bir öğlen uykusu ağırlığı var üstümde. Ama biraz daha yavan.  Annem üstümü örtemeyecek mesela. Ya da "ne uykusu bu gündüz vakti, kalk hadi çay demledim"  diye sarılamayacak bana.
   Sıcaklık mayıştırıyor bedenimi. Ne garip şey şu ölmek. Öptüğüm kızlar geliyor aklıma. Tabi seni tanıdığım zamana kadar. Seni hiç öpmedim ben. " Dokunmadan sevmenin mümkün olduğunu seninle öğrendim.
   Uykum kaçtı. Ilık bir Haziran rüzgarı vuruyor sanki içime. Elimi sol beşinci kaburgamdaki sıcaklığın yayılma noktasına koyuyorum. Bir ıslaklık, demliğin altında biriken buharın, çay doldururken ayağına damlaması gibi kavurucu. Elimi çektiğimde kırmızı bir leke. Bilincim toparlanıyor,  beni kuru bir dal gibi yere seren küçük ucu çelik demir parçasının geldiği yöne bakıyorum.  Bir adam var.  Beni senin evinin karşısındaki sokak lambasının altında karanlığa mahkum eden bir adam. Yaranın etkisi ile yükselen adrenalin hormonu sinir hücrelerime baskı yapıyor. Doğrulup saldırmak istiyorum ama vücudum eski yıkık bir duvar gibi. Belki de az sonra sona erecek olan ömrümün tüm yorgunluğu hesap sormak için üstüme geliyor. Çabalamak anlamsız. Karanlık yüzü ile sokağın köşesini de sisler arasında kaybolduğunu görüyorum. Artık ben ve kendim baş başayız.
Kendimi zorla da olsa kaldırımın kenarına sürükleyip sırtımı boyası dökülmüş,  üstünde defalarca belediye tarafından silinmesine rağmen tekrar yazılmış yazılar olan duvara yasladım. Acaba ilk kim bulacak beni. Üstüme düşen ilk göz yaşı kimin olacak. İzlediğim filmlerdeki kahramanların son anları geliyor aklıma. Kanlar içinde yerde yatarken esas oğlanın uğruna her şeyi göze aldığı esas kız bir anda kadraja girer, yerde yatan kahramana sarılır,  bağrına basar ve göz yaşlarını kahramanımızı çizikler içindeki yüzüne yaz yağmuru tadında serpiverir.
    Bu sahne benin için imkansız olmakla birlikte soru hala zihnimde dönüyor. Elimi yaramdan çektim artık. Acı hafifledi,  kanın akışı da uyuşuk tenim tarafından hissedilmez bir hal aldı. Ayaklarımdan başlayan hafifleme yavaş ama emin adımlarla göğüs kafesimin sınırlarına yaklaşıyor. Gözlerimi açmak zorlaştı.  Aslında açmak içinde özel bir çabam olmamakla birlikte insanoğlu son anında bile teslim olmamakta direniyor işte.
  Aklımın bir köşesinde annem, bir köşesinde babam,  bir köşesinde kumandan,  bir köşesinde sen. Bu karışıklık içinde beynim bir senaryo oluşturmaya, benden sonraki olayları kurgulamaya çalışıyor. Soğuk ve solgun bedenime ilk sarılan Kumandan olur.  Tutara sallar şöyle bir,  kalksana lan der. Hadi kalkta gidelim. Binlerce son sahnesi oynanmış hayata ev sahipliği yapan morgun duvarlarını çizer geçer sesi. Çevresindekiler onu tutmaya çalışırken o benim yıkanmış,  paslanmış dünyanın gam,  keder ve ihtirasından arınmış vücudumu tutup gidelim der. Burası soğuk hadi kalk gidelim. Gözünden dökülen yaşlar yanağıma düşer. Babam girer içeri. Dizlerinde derman kalmamış, dışarı yaş dökmeyip dik kalmaya çalışsa da içi paramparça olan babam. Kumandan'ı sarılıp kenara çekerken oğluna bakar doya doya. Ya annemin feryadı. Düşündükçe kaburgalarım sıkışıyor, yaramın acısını bastırıyor adeta.
Artık gözlerimi açık tutmak imkansız. Senin kapında kapalı gözlerle bir ölüm senfonisi dinlerken yavaşça ellerim iki yanıma düşüyor. Başım taşıyamayacağım kadar ağır. Ve son şartel de aşağı düşüyor. Ölüyoruz albayım.  Bu da  oldu işte. Senin peşinde geçen bir hayat, dört nala sana koşarken son buluyor. Tek bir üzüntü kalıyor son kertede aklımda.  Biliyor musun albayım ; ona yazdıklarımı ondan başka herkes okuyor. Vücudumdaki son kale, son hücre de düştü. Askerleim silahsızdı ve ölüm ordusunun taaruzuna karşı kalelerim kısa zamanda hırpalandı ve düştü. Ellerinin çizgisi ellerime benzeyen sevgilim.Şu mısraları unutma;
''Başkaları  gitmiş olur gidince, bir sen yakınsın uzakta kalınca.''

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR