NEDİR YANİ, MESELE NEDİR?


Sosyal Bilimler çatısı altında yerini almış olan Edebiyat alanı, bulunduğu başlığın ortasında durmuş, biraz ''Sosyal'' biraz ''Bilim'' hamuru  ile yoğurulmuş ''Edeb'' köklü bir alandır. ''Sözü güzel ve etkili söyleme'' formülü ile açıklanan yazınsal sanat eselerinin çıkış noktası ve işlendiği mecraadır.
Türk Edebiyatı alanı da aynı oluşumla ortaya çıkan, elimizdeki en eski kaynan Orhun Abideleri'nden günümüz eserlerine kadar geçen zaman zarfını adlandıran ve açıklayıp anlamlandıran alandır. Her bilim alanının eksikleri veya yanlış yapılanmaları olduğu gibi, her ne kadar günümüzde hâlâ bilim olup olmadığı konusu tartışılsa dâhi Edebiyat alanının ve eğitiminin de belli eksiklikleri varolmaktadır.
Peki nedir eksik olan, mesele nedir?
Okur-yazar olarak yetiştirilmeye çalışan öğrenci grubunun bir mensubu olarak şahsım Yeni Türk Edebiyatı alanı öğrencisiyim. Edebiyat bilimi kökenden başlıca dallara ayrılsada bu dallar içinde en cürretkar olan Yeni Türk Edebiyatı alanıdır. Yeni Türk Edebiyatı doğası gereği bir meydan okuma içgüdüsünü sırtında taşır. Tam olarak milli kabul edilemez, özünü kaybedip batılı olmuştur denemez. Gri renkli bir sentez ürünü olan bu alan bir çok farklı sosyal bilim ile omuz omuza mücadele altında olsa da asla dirsek atmaz, formasından çekmez.
 Yeni Türk Edebiyatı alanı kökü Doğu topraklarına sıkıca sarılı, dalları ise Batı semalarında yeşermeye çalışan bir ağaçtır aslında. Özellikle Tanzimat Edebiyatı etkisi altında ortaya çıkan bu alan günümüzde yöntem farklılıklarına sahip olsa da aynı model ile çiçek açmaktadır. Tercüme ve taklit ile başlayan bu serüven 1950 yıllarına kadar tam olarak potansiyelini esere verememiş, bir iki istisna haricinde Fransız Edebiyatı'nın türkçe alt yazılı fragmanı olarak kalmıştır.
Yahya Kemâl Edebiyata Dair adlı eserinin ''Memleketten Bahseden Edebiyat'' adlı bölümüne (s.142.) Yeni Türk Edebiyatı'nın kendisine kadar olan gelişme sancısı evresi için şu tespite yer verir;
''1870'den sonra, edebiyatta, Şark'tan çıkmak zarureti vardı,çıktı,bu çıkış çok iyi oldu. Avrupa kültürünün mektebine girdik, orada okumaya koyulduk, yetmiş seneden beri de okuyoruz; yazık ki mektepten henüz çıkamadık; hâlâ bocalıyoruz''
Evet Yahya Kemâl Batı'nın tekniğini öğrenip Yeni Türk Edebiyatı şiirine çağ atlatmıştı. Bir başka etkisi ise yetiştirdiği öğrencisi Tanpınar olmuştu. Evet Yahya Kemal Yeni Türk Edebiyatı için kaynak olacak düz yazı eserleri vermişti. Fakat onun getirdiği mektepten ''memlekete dönen adam'' modelini Tanpınar tamamlamış ve onun şiirinin kuramını yazmak ve bunu düz yazıya da uygulamak ona kalmıştı. Artık Batılı bir şiirimiz vardı.
Peki nedir Edebiyat tekniklerini nesillere taşıyan, yani mesele nedir?
Tam bu noktada Edebiyat Bilimi emekçileri haricinde kimsenin ilgisini çekmeyen, ama edebiyat sanatının tüm formülünü görmemize yarayan ''Kuram Kitapları'' devreye giriyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar döneminde Yeni Türk Edebiyatı'nın sadece tanımını yapmamış, bu alanın yapısı ile ilgili kuramsal bilgileri de bize sunmuştur. Onun öğrencilerinin ders notları düzenlemesi ile basılan ''Edebiyat Dersleri'' adlı eserin ''Şarkta Nesir'' adlı bölümünde (s.99.) ''Şiir kabilenin hatıra defteridir, şiir olması için nesrin olması lazımdır.'' cümlesi bize bir eksikliğin perdesini açar. Bu cümle özelinde hareket edersek Edebiyat eserlerinin oluşumunda nesrin önemini açıklamak daha kolay olacaktır. Özellikle günümüz edebiyatında kuramsal kitapların eksikliği göze çarpıyor. Kendi kuram kitaplarımızı yazmıyoruz. Özellikle Batı bize akseden Postmodernizm akımına bu kadar tabii olduğumuz günlerde bu akım ile ilgili kaynak bulamıyoruz. Batıda bu alanda yazılan kaynaklar ya tam bize uymuyor, ya da çevirmiyoruz. Peki neden bu alanın eserlerini kendi coğrafyamıza uygulamışken bu sentezin düzetlemeleri ile kendimizce edebiyatımızın  kaynağını ve kaidelerini yazılı hale getirmiyoruz?
Tabiki bir iki kaynak akla gelebilir; ''Yıldız ECEVİT'in Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, Prof. Dr. Ülkü ELİUZ'un Oyunda Oyun Postmodern Roman , ya da Ertan ÖRGEN'in hazırladığı 40 Soruda Postmodern Edebiyat kitabı.'' ancak bu kitaplar bir çırpıda sayılabilecek kadar azdır.
Nesir'den kastettiğmiz Yeni Türk Edebiyatı'nın kuramsal sınırlarını çizen kitaplardır. Örneğin genel kuramlar hakkında başucu kitabımız Berna MORAN'ın ''Edebiyat Kuramları ve Eleştiri''adlı eseridir. Gayet güzel bir eser olmakla birlikte bir başka kaynağa sahip değiliz. Ki bu eserin sahibi olan Berna MORAN hocamızda Türk Edebiyatı alanında çalışmış değildir. Eğitimini ve hocalığını İngiliz Dili ve Edebiyatı alanında yapmıştır.
Peki neden kuramımızı yazmıyoruz, nedir yani, mesele nedir?
03.05.2018 tarihinde Sıddık AKBAYIR hocamızın Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesindeki odasında küçük bir sohbetimiz oldu. Sohbetin bir noktasında biyografi temelinde yazdığı eserlerde kuramsallaşmadan kaçtığını belirtmişti. Sebep olarakta kuram kitabı okumanın insanları yorduğunu, öyküleme yöntemi ile şairler ve edebiyatımız ile ilgili bilgileri aktarmanın daha etkili olacağını düşünüp bu yöntemi oluşturduğunu söyledi.
Aslında tespit çok doğruydu. Bizim edebiyatımızın her döneminde yazar ve şairlerimiz edebi eser vermeyi ve ustalık göstererek meydan okumayı ön plana almıştı. Bu sebeple kimse sıkıcı ve bilimsel kabul edilen kuramsal kitaplar yazmaya meyil etmemişti. İkisini birlikte götürmek ise çok daha zor gelmiş olmalıydı. Çünkü bu gayet riskli ve zahmetli bir işti. Ama ancak bu şekilde Umberto ECO ya da Tolstoy olunuyordu. Hem işin kuramını anlatıp hem de eser vermek riski yüksek olsada başarıldığında dönem edebiyatını fazlaca öne taşırdı. Bizim bir adım geriden gelme sebebimiz belkide onların önce eserleri yazması, sonra bu eserlerin ortaklığında kullanılmış sistemi kuramsallaştırıp somut hale getirmesiydi. Biz ise onlardan kuramı alıp onu entegre ederek eser vermek zorunda kaldık. Bu da ne yaparsak yapalım Batı Edebiyatına karşı hep 1-0 geride olmamıza sebep oldu.
Bir Başka sorun ise Yeni Türk Edebiyatı'nın hâlâ tam yerinin belli olmamasıdır. Biz Batıda mıyız, doğulu muyuz? Yoksa Tanpınar'ın deyimi ile çok Garplaşmış bir Şarklı mıyız?
''Aslında ne doğulu kalmışız, ne Batılı olabilmişiz; iki camii arasında beynamaza dönmüşüz demek daha doğrudur.''
 İste yazımda bahsettiğim eksikliğin sebeplerinden birisi de budur. Batı düşüncei plan yapmayı, programlamayı esas alır. Bü yüzden kuramsal çalışmaları edebi eserler ile birlikte götürebilir. Bizim önceliğimiz ise duygudur. Bu yüzden biz işin sanatsal hazzını ve eser vererek meydan okumayı öne alırız. Çünkü Doğu epik bir karakterdir. Düşünmeden saldırmayı sever. Ama meydan okuma bittiğinde arkanızda kurulmuş bir sistem bırakmazsanız kazandığınız şehir darmadağın olacaktır ve bu sizi her savaşta kaybeden taraf yapar.
SON SÖZ
Peki bu durumu düzeltmek için reçete nedir, yani mesele nedir?
Öncelikle Edebiyat eğitimi alanların kuramsal boşluğa yönlenmesi şarttır. Biz bugün zaman kuramını sadece Paul Rıcoeur'un ''Zaman ve Anlatı'' serisinden çalışıyorsak bunun sebebi kendi öz kaynağımızı kuramamamızdır. Ne zaman edebiyat kuramları hakkında kendi kitaplarımızı yazmaya başlarsak hem kendi eserlerimizde kuram uygulamamız kolay olacak, hem de edebiyat eğitimi daha kaliteli ve çok fikirli bir hal alacaktır. Kuramları sorgulama şansımız artacak, bu da eser ve eğitinde kaliteyi arttıracaktır. Burada öncelikli olarak Edebiyat alanı elini taşın altına koyacak, Felsefe ve Sosyoloji gibi iki fikir alanı ile paslaşıp organize bir atak ile golü bulacaktır. Ama hedefimiz avrupadaki kuramları çevirmek değil, kendi eser içeriğimiz ve geleneğimiz çevresinde bu kuramları bazen modifiye etmek bazense baştan yazmak olmalıdır. Ancak bu şekilde belli bir sûrete büründürmeye çalıştımız Yeni Türk Edebiyatı'nın temelleri sağlamlaşacak, dönemler arası kopukluk azalarak her yeni akımda eskisini yıkıp temelden başlamak gereği duyulmayacaktır. Kuramları, yöntemi belli bir edebiyat daha uzun ömürlü ve bilimsel çalışmalara daha uygun hale gelerek zamandan sıyrılıp klasik olma yolunda ilerleye bilecektir.
Kuram kitapları eksik bir edebiyatın devamlılığı olmayacağı gibi, bu eksiklik her seferinde bizi baştan inşa etmeye zorlar. Ve ancak bahsettiğimiz yolla çalışılırsa Tanpınar'ı okumaktan, onun gibi yazmak, hatta onun üstünde yazmak hedefimiz gerçek olcaktır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR