İyi günler sevgili okur. Mutlu muyuz ?
Yazmaya cesaret edemediğim gecelerden birinde, cam kenarında tünemiş bekliyordum. Aslında gelecek bir şey yoktu. Ama bu yinede bekleme eylemini gereksiz kılamazdı. Çünki gemi bahaneydi, biz beklemeyi seviyorduk.
Bizim mahallenin sokak lambaları saat 07.04'te sönüyor sevgili okur. Uyumadan sabahladığım gecelerden öğrendiğim gereksiz bilgilerden biriydi bu. Sokak lambalarının sönmesine az bir zaman kala hem sokağı hemde zorlarsam denizi görebileceğim camımın kenarındaydım. İlhami yine aynı saate penceremin altında belirdi. İlhami mahallemizin az tanınan çok görülen sakini. beyazın üstüne sanki elle serpilmiş gibi duran siyah lekeleri ile mahallemizin hınzır kedisi. Adıyla sorsanız mahallede kimse tanımaz. Herkese görünür, bir bana konuşur İlhami. Bu akşam canı sıkkın gibiydi. Ne oldu diye soracak oldum; yengen evde bekler, geç oldu dercesine bir bakışla izin istedi.
İlhami'yi yolcu ettikten sonra yoldan geçenleri izlemeye devam ettim. Önce Ahmet abi geldi. Üstünde turuncu parlak yeleği, elinde karaçalı süpürgesi ve bir tarafı kopmuş küreği ile daha gün ışığı ile buluşmamış yolların tozunu alır, evvelsi günden kalan anıları süpürürdü. Bir kaç kere yanına çıkıp sohbet etmiştim. İlk akşam çekindi biraz. Malum memleket karışık, kafalar muallak. Daha sonra birer sigara eşliğinde kısa sohbetlerimiz oldu. Oğlu üniversitede okuyor, Ahmet abim eline geçen üç kuruşu oğluna yetirmenin zorluğunu ve bu zorluğun verdiği gururu nasırlı ellerinde taşıyordu.
''Bizim oğlanın tatili yokmuş , gelmedi hala dedi. Üniversitede tatil olmazmış, sen bilirsin oğul'' sorusuna vereceğim cevabı kafamda tarttım. Olabilirdi, belki tatili yoktu. Hem çocuğun günahını almamak, hemde Ahmet abinin aklına oğlundan bir şüphe katmamak adına kaçamak cevaplarla konuyu değiştirdim.
Ahmet abi ''- Neyse evlat, daha beş sokak beni bekler'' diyip ayrıldı. Sokakların tozunu attıran bu adamın arkasından bende eve döndüm. Daha sonrada çok kez muhabbetimiz oldu Ahmet abi ile. Ama bu akşam doğru zaman değildi.
Sırtımı yasladığım kitaplığıma döndüm. Bütün kitapların nizami düzeni içinde her an okunmaya müsait bir ayrılıkla bana bakan kitabı tek ve çevik bir hamle ile aldım. Sürekli okumaktan
 yıpranmış görünen sayfayı açıp ilk paragrafı tek solukta okudum.
''Silgi gibiydim, başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım. Mürekkeple yazmışlardı, bense kurşun kalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım.''
Başımı iki elim arasında mengene vari bir hamle ile sıkıştırıp, kelimeleri tekrar anlamaya çalıştım. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalışmak, kendini azaltmak mıydı? Celladına gülümseyip kendi infaz emrini veren Yakub Cemil gibi mi? Yoksa Hak emrine karşı gelip kafasını duvarlara vurarak ölen firavun gibi mi?
Not defterimi açtım. Dördüncü sayfa satır iki... Nedir durum? Mesele nedir?
Daha sonra üstüne yoğunlaşmak üstüne yazdığım ama bir daha bakmayacağımı bildiğim sorumu not alıp defteri komidinin ikinci ve en karışık gözüne kaldırdım.
Sokak lambaları söndü. Saat 07.04.
Yorucu geçecek bir güne yorgun başlamak gibisi yok dedim kendi kendime.
Giyinip sokağa attım kendimi. ''Kumandan bekler-ilerleyen yazılarda Kumandan ile sizi tanıştırırım- ''
Bahanesi ile kafeye yürürken sabahın ayazında yola düşmüş öğrenciler, oğlunun ayakkabısını bağlayan anne, bir elinde telefon ile araba kullanan, takım elbiseli ve yamuk kravatlı adam eşliğindeki sokakları geçip taze çay kokusuna paralel bir rota ile Kumandan'a giderken güneş yüzüme vuruyor, karanlık geceden sonra güneşle kısılan gözlerim hiç istemeden başkalarının senaryosunu yazdığı bir güne başlamaya çalışıyordu. İyi günler sayın okur, insan mıyız ?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR