Sahil ıslak. Saat denizin neminde gezen kalabalıklar görmek için çok erken, sevmek içinse çok geç.
Sokak lambalarının sönmesine yarım saat kala , denizin buğusuna çarpan yüzüm ve ben yine birlikteryiz. Yavaş ama güçlü adımlarla rüzgarın paralelinde yürümeye devam ediyorum. Bir buket kıvırcık saç çarpıyor gözüme, siyah . Kısa demek için fazla uzun, uzun demek için biraz kısa... Ortalık karışık yani sevgili okur. Samsun'a usul usul karbonmonoksit yağıyor.
Kadın ürkek ama yavaş adımlara sahip. Boyu omuz seviyemin bir kalp atımı mesafesi yüksekte. Elinde ince bir sigara, yüzü solgun bir beyazlık içinde. Sigarasından duman yükseliyor, Günün ilk ışıkları gamzesine doluyor. Kendimi gamzesinin en net görülebildiği noktaya alıp, takip mesafesini kontrol ederek peşinden gidiyorum. Sokak lambaları söndü. Güneş yükseldikçe saçlarına bulaşan küçük çiğ damlalarını daha net görüyorum. Kadın yürümekte ısrarcı  fakat nereye gittiği konusundaki bilinçsizliği kendini ele veriyor.
Yüzüne odaklanmışım. Yüzündeki soyut güzelliği somutlaştıracak semboller aramaya başlıyorum. Açılan çay ocağından yükselen bir türkü imdadıma yetişiyor. ''Burnu fındık, ağzı kahve fincanı''diyor.Radyodan imdadıma yetişen sese bir Turist Ömer selamı verip yeni semboller için yola çıkıyorum. Gamzeleri dayanılmaz noktaya gelmeye başlarken güneş utangaç yüzünü gösteriyor, önce denize vurup ordan şehre yaylıyor.
Güneş ışıkları şehrin soğuk griliği ile giriştiği savaşta cepheleri birer birer kazanıp şehrin merkezine yayılırken kadın sahilin en güzel bankına oturuyor. O bank en güzel olduğu için mi oturdu, yoksa o oturduğu için mi bank en güzel oldu orası hala muallak.
Yavaşça yaklaştım. Konuşmak için çakmağı bahane ettiğimde asıl niyetimi anladığını yüzündeki gülümseme ile ortaya çıkan gamzelerinden farkettim.. Oturdum, bir sigarada ona uzattım. Konuşmadık. Adını bilmesemde Müzeyyen demek geldi içimden. Belki hissiyat belkide İlhami Algör etkisi bilemem ama onun ulaşılamaz durumundan gelen soyutluğunu Müzeyyenle somutlaştırdım.
Bir an gözümü kapatıp anatmaya başladım. Yazdığım yazılardan, İstanbul'un fethi için Fatih'in döktürdüğü özel toplardan, Hatay'daki eski kliseden, türk futbolunun sorunlarından, Cesar'ı satan Brütüs'den, bibere gelen zamdan ,saçlarının deli gönülleri kendine bağlayan Mihriban'ın saçından güzel olduğundan ve koladaki şeker oranından bahsettim. O sırada genç bir çocuğun -kıyafetine bakılırsa lise öğrencisi- çakmak istemesi ile kıvırcıktan kendimi alıp ona döndüm. Çakmağı uzattıktan sonra geri baktığımda Müzeyyen yerinde yoktu. Genç tiryakiye '' Müzeyyen nereye gitti'' dedim, boş gözlerle banka baktı. Hani dedim bir kaburga mesafesi yanımda kıvırcık saçlı alnı düz gamzesi geniş olan kız?
Çocuk yanımda kimsenin olmadığına beni ikna etme seremonisini bittikten sonra korkar gözlerle uzaklaştı. Hayal kırıklığım sigara dumanımla dans ederken bana düşen eve dönüp Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku'yu okuyup soyut bir kadının sol dördüncü kanurgam altında bıraktığı sızıyı hissetmekti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYE YAZAMAYAN HİKAYECİ'NİN HİKAYESİ

KIRÇIL

LİSÂN-I HÂL'İM HAKKINDA BAZI MÜLAHAZÂTI ŞAMİLDİR